Home » » Onlar akşam olunca ateş yakarlarmış..

Onlar akşam olunca ateş yakarlarmış..

Onlar akşam olunca ateş yakarlarmış..


İnsanlar evrimleri sürecinde diğer hominidlerden ayrılmış, konuşmayı keşfetmişler. Birbirleri arasında bağ oluşmaya başlamış. Bir antilop sürüsüne aslan saldırdığında, en zayıf antilop, annesi tarafından dahi terk edilirken aslanın pençelerine, insanlar gruplar halinde avlanır, birbirlerini korur, ölülerine sahip çıkar olmuşlar. Akşam olunca ateş yakar, çevresinde toplanır müzik yaparlarmış…. Yaşadıkları mağaraların duvarlarına da resimler çizerlermiş. Toplu olarak yaşamış, toplu olarak avlanmışlar… Paylaşmayı öğrenmişler… En çevik, ava ilk mızrağı fırlatırken, en yaşlı da stratejiyi belirlermiş. Genç kadın, av etini tasla ayrıştırırken, en güzel sesli de ateş başında şarkı mırıldanırmış… Hastalandıklarında tedaviler bulmuşlar deneme yanılmayla. Sonra başlarını göğe kaldırıp sormaya başlamışlar kendilerine, hepimizin hala sorup da cevabını bulamadığı soruları… “Biz nasıl oldu da buradayız, yukarıda ne var, biz öleceğiz ve sonra ne olacak?” Gökte gördükleri hayat veren cisimlerin kendi yaratılışlarında parmağı olduğuna karar vermişler. Tarımcılığı keşfettiklerinde görmüşler ki topraktan çıkan filiz ancak güneşle ve suyla başarır doğumunu. O zaman güneştir her şeyi yaratan. Mayalar da bu kanıya varmış, Yunanlar da, Sümerler de, Mısırlılar da… Hepsinin tanrısı da güneş olmuş farklı isimlerle ama benzer özelliklerle… Gün batıp gece olduğundaysa insanların içini korku kaplarmış. Karanlığı da kötülükle özdeşleştirmiş, şeytanı, yani karanlıklar tanrısını yaratmışlar kafalarında. Yunanlılar da yaratmış karanlık tanrısını, Mısırlılar da, Sümerliler de… Sonra Ay’ın da aslında tanrıça olduğuna karar vermiş insanlar… Yunanlılar da, Mısırlılar da, Sümerliler de…

Derken Sümerliler tarihte silinmiş gitmiş… Ta 1850′lere kadar Sümer diye bir kelime bile bilinmiyormuş. Ama Babilliler çıkmış aynı coğrafyada, Sümerlilerden öğrendikleri yazıyı kullanmışlar, şehirleşmeyi, hukuku, tarımı ve pek tabii tanrıları da… Sonra o toplumda Yahudiler yaşamış, öğrenmişler Babillilerden eski Sümer efsanelerini ve tanrılarını, dinlerini… Yahudilerin liderleri, ülke olduklarında da kralları, yazmaya başlamış benzer şeyleri, biraz süslemeli… Süleyman, Lut, Musa, Yusuf, Davut ve daha niceleri… Bir Tanrı varmış göklerde yasayan… Sinirli mi sinirli… Kızdığı zaman Yahudileri maymuna, domuza çeviren… Sevdiğinde de onlara zafer vadeden, kendi yarattığı diğer insanları öldürmelerini emreden, toprak vadeden… Tanrı diyormuş ki, “hepinizi ben yarattım, bu dünyayı da ben yarattım, gökleri de ben yarattım, hepsini de 6 günde yarattım, sonra yoruldum, 7. gün de dinlendim… Siz de 7. gün olan cumartesileri dinleneceksiniz. Yoksa sizi maymun yaparım.” Yapmış da sözünü tutmayanları… Tanrı devam etmiş… “Hepinizi istersem öldürürüm, istersem de yeniden diriltirim, ben Tanrıyım… Sizin gibi milyonlarca farklı insanı da ben yarattım, ama bu arada, sizi hepsinden de çok seviyorum” demiş Tanrı. “O yüzden size güzellikler yapacağım” demiş… Bunların hepsini bu Yahudi liderlere söylemiş sadece, hem de gizli gizli, kimseler görmeden, duymadan… Liderlerine inanmış Yahudi halkı… İnanmayanlar da maskara maymun olmuşlar…

Sonra bir başka Yahudi yaşamış 2000 yıl kadar önce… Genç yaşında da ölmüş gitmiş. Hatta söylenenlere göre onu kendi halkı öldürmüş, işkenceyle… Öldükten sonra bu genç Yahudi’nin işte bu sinirli mi sinirli Tanrı’nın oğlu olduğuna karar vermiş bazı insanlar. Karar vermekle kalmamış, ölmüş genç adama tapınmaya başlamışlar… ‘O bizim günahlarımız için kendini feda etti’ demişler… Bu genç adam için öyle hikayeler anlatmışlar ki İncil adını verdikleri kitaplarda, hikayeleri duyanların gözleri faltaşı gibi açılırmış. Denizde yürüyebiliyormuş bu genç adam, körlerin gözünü açabiliyor, ölüleri canlandırabiliyormuş… Bir tek kendini kurtaramamış ironik midir acaba… Ama yok hayır, o bilerek kendini feda etmiş, herkesin günahları için tüm acıların en büyüğünü o çekmiş. Onu kabul eden herkes de sonsuz ödüle kavuşacakmış…

Sonra yine o meşhur Mezopotamya bölgesinde bir Arap tüccar çıkmış. Yaşadığı bölgeyi çok gezmiş, çok görmüş. İnsanların tapındıkları putları görmüş, anlamsız bulmuş. Kabileler arası savaşları görmüş, herkes ayni dili konuşurken nasıl olur da anlaşamaz bu insanlar diye düşünmüş kendi kendine… O bir asiymiş, devrimciymiş… Herkesin inandığını reddetmiş ve kendi gerçeğini aramış… Sonra ticari gezilerinde Yahudilerle sohbetler etmiş, onların dinini öğrenmiş. Dinin, Yahudi halkını nasıl da bir arada tuttuğunu görmüş, hayran kalmış…

O tarihlerde ve öncesinde insanlar devamlı peygamberim diye çıkarmış ortaya… Binlercesi çıkmış böyle… Kimi tuttururmuş, kimi de ismini duyuramadan pes edermiş umutsuzlukla… O de çıkmış ortaya… ‘Peygamberim ben’ demiş.. ‘Tanrı benimle konuştu, bana kitap göndermeye karar verdi’ demiş. Kimseyi inandıramamış bir kaç akrabası hariç… 10 yıl çırpınmış. 100 kişiden az mürit toplayabilmiş çevresine. Ama azimle devam etmiş baş koyduğu yola. Sonunda başarmış. Binler, onbinler toplanmış çevresinde. Kimi savaşla kabul etmiş onun öğretilerini, kimi ganimet kazancıyla, kimi sevecenlikle, kimi zorla… Ama etmişler. Kitabında Yahudilerden öğrendiği hikayeleri anlatmış bol bol… İçinde yaşadığı toplumun kurallarını yazmış… Hayatin anlamsızlığını anlatmaya başladığında hep ebedi ödül/ceza ikilemesini kullanmış… ‘Bu dünyayı boş verin’ demiş, ‘bana inanın, diğer dünya ebedi’… ‘Bu dünya zevklerinden arının’ demiş, ‘kadınlardan uzak durun’… Kendisi bu konuda çok iyi örnek olamasa da… Genç sayılabilecek bir yaşta ölünce, bir iktidar savaşı kopmuş, kıyamet gibi… Lider olanların çoğu öldürülmüş, bölünmeler başlamış ama savaş ve yayılma durmamış… Katılan onbinler milyonlara dönüşmüş.. Ölmeden önce demiş ki bu güçlü lider, ‘ben Tanrı’yla konuşabilen son insanim, benim dediklerim en doğrusu, benden sonra kim gelirse inanmayın, beni veya öğretilerimi kim kötülerse onlarla savaşın, onları öldürün, yoksa sonunuz ebedi işkencedir. Benim dediğimi yapar da ölürseniz ebedi keyif, huriler, şarap nehirleri sizindir’…

Artık onun inanırlarından bazıları sorgulamayı dahi bırakmış, en ufak eleştiride kılıçlarını çıkartıp kafa kesmeye hazır durumda yaşar olmuşlar… Gerekli gördüklerinde bir askerin kafasını kesip meydanlarda gezdirmişler, gerekli gördüklerinde de sanatçıları ve yazarları bir otele tıkıp yakar olmuşlar, her kimse, kendilerinden olmadığı surece, hem de canlı canlı…

Sonra başka deneyenler de olmuş peygamberliği, olmaz mı… Amerika’da bir adam çıkmış ortaya 1800′lerde, ‘ben peygamberim’ demiş, ‘bana kitap geldi Tanrı’dan’ demiş… Milyonlar gitmiş peşinden… Mormon demişler bunlar kendilerine…

Bir bilim-kurgu yazarı çıkmış yine aynı ülkede, kafasındaki senaryoyu kitaba döken, ‘işte bu Tanrı’nın kitabi’ diyerek hem de… Milyonlar gitmiş peşinden.. Scientolog demişler bunlar da kendilerine…

Biraz doğudaysa başka milyonlar, ‘onbinlerce Tanrı olmalı‘ diye düşünmüşler… Bunlar da Hintlilermiş… Ölünce geri döneceğine inanırmış bunlar da… Ya bir üst sınıftan veya bir alt sınıftan… Veya çok kötüyse durumlar, hayvan olarak.. Hatta ve hatta aşağılık pis böcekler olarak… Bunlar çok fakirlermiş, ama üzülmezlermiş… Bilirlermiş ki, daha önceki hayatlarında kötü oldukları için fakirlikle cezalandırıyor onları Tanrılardan bazıları.. Simdi iyi olurlarsa bir sonraki gelişlerinde zengin gelecekler…

Ve daha niceleri gelmiş geçmiş insanoğlunun kısa dünya serüveninde… Hepsi de Tanrıyla konuşup insanları düzeltmeye çalışırmış hem de hiçbir kar gütmeden… Hepsi de dermiş ki, bu dünya geçici, bana inanın, beni takip edin, itaat edin, Tanrım sizi başka dünyada ödüllendirecek… İnsanlar da hep takip etmişler bunları… Kimse görmemiş Tanrıyı, kimse duymamış, ama hepsi de inanmış bu aracı olduğunu iddia edenlere… İnsanoğlu artık doğduğunda ismiyle birlikte dini de seçilirmiş ailesi ve içinde yasadığı toplumu tarafından… Hepsi de kendi dininin doğru olduğuna inanır, kendi dinlerine geçmediği için hata yapmakta olan diğer insanlar için üzülürlermiş… Bazen üzülmekle de kalmaz onlardan ölesiye nefret ederlermiş…

İnsanoğlu gruplar halinde yaşamayı öğrenmiş ve konuşur olmuş… Birbirini korur ve kollar, ölülerini gömerlermiş… Aksam olunca ateş yakarlar, çevresinde toplanır müzik yaparlarmış…. Yaşadıkları mağaraların duvarlarına da resimler çizerlermiş… İnsanoğlu göklere bakarmış merakla… Şimdiki insanlar gibi bilmezlermiş onlar cevapları… Henüz tanışmadıkları Tanrı, kitaplar ve ciltler halinde gönderecekmiş cevapları yıllar sonra, farklı farklı dillerde, farklı farklı sürümler halinde… Onlar bilmezlermiş… Onları ebedi bir işkence bekliyormuş… Onlar sizin/bizim gibi şanslı değillermiş…


Share this article :

0 yorum:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

 
Copyright © 2011. ATLAS . All Rights Reserved
Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
Template Modify by Creating Website. Inpire by Darkmatter Rockettheme Proudly powered by Blogger