ANADOLU’NUN TÜRKLER TARAFINDAN FETHİNDE IV. HAÇLI SEFERİNİN
ROLÜ
Tarih aslında çelişkilerle doludur:
Din ve mezhep kavgalarına dayalı eylemler, savaşlar,
mücadeleler, kimi zaman amaçlarının tam tersine sonuçlar vermiştir.
Müslümanlar, kendi aralarındaki mezhep kavgalarıyla
Hıristiyanların ekmeğine yağ sürmüşler, Hıristiyanlar ise yine kendi aralarındaki
mezhep kavgalarından dolayı, Müslümanların gelişmesine yardımcı olmuşlardır.
Bu durumun en canlı örneği, Haçlı Seferleri'dir.
Bilindiği gibi Haçlı Seferleri, Hıristiyan Dünyası'nın,
Müslümanların Batı'ya doğru ilerlemesini durdurmak için başlatılan bir savaş
sürecidir.
I.Haçlı Seferi 1071'de Malazgirt zaferiyle Türklerin Anadolu
kapısını açmasından 25 yıl sonra 1096 yılında yapılmıştır.
Bu 25 yıl içinde Müslüman Türkler Anadolu içinde büyük bir
hızla ilerlemişler ve İznik'i de zaptederek İstanbul kapılarına dayanmışlardır.
(Aslında İznik'i, Malazgirt'ten çok kısa bir süre sonra
fethetmişlerdir. Müslüman Türklerin Anadolu içindeki ilerleme hızları baş
döndürücüdür. Bu konuya ilerde döneceğim.)
İşte Hıristiyan Dünyası bu ilerleme karşısında Kilise'nin
yani Papa'nın önderliğinde çok amaçlı bir savaş süreci başlatmıştır:
Görünen amaç, Müslümanların eline geçmiş olan Kudüs'ün yani
Doğu Akdeniz'deki kutsal yerlerin kurtarılmasıdır.
Bu görünen amacın dışında iki tane de temel neden vardır:
Birinci temel neden, Doğu-Batı ticaret yollarının denetimini
ele geçirmek ve ticari olarak zenginleşmek, ikinci temel neden de Müslümanlar
karşısında gerileyen Hıristiyan Bizans imparatorluğu'na yardımcı olmaktır.
Hıristiyan Dünyası'nın bu amaçlarına, Mısır'daki Şii Fatimi
Devleti, Anadolu'yu ele geçiren Sünni Müslüman Türklerle olan mezhep
kavgalarından dolayı olumlu bakar.
Yani Müslümanlık içindeki mezhep kavgaları, devletleri,
dindaşlarına karşı Hıristiyanlara yaklaştıracak kadar derindir.
Ama Hıristiyanlık içinde de durum farklı değildir.
KUDÜS YERİNE KONSTANTİNAPOL’U FETHEDEN HAÇLILAR
Aslında Müslümanlara karşı oluşturulan Haçlı Seferleri'nin
Dördüncüsü, Katolik Latin kökenli Batı Avrupa'nın, mezhep farkından dolayı düşman
olarak gördüğü Ortodoks Bizans'ı işgal etmiştir.
Papa III. Innocentus'un liderliğinde örgütlenen Haçlı
orduları, Doğu Akdeniz'deki Kudüs yerine 1204 yılında, Bizans'a yönelir ve o zamanlar
Konstantinopol denilen İstanbul'u fetheder.
Ele geçirdikleri büyük zenginlik karşısında gözü dönen ve zaten
Doğu'nun zenginliklerini yağmalamak için yola çıkmış olan Haçlılar kenti talan
eder, din adamlarına, halka büyük zulüm yapar ve iktidara el koyar.
Bizans İmparatoru I.Theodoros Laskaris, Birinci Haçlı Seferi'yle
Anadolu Selçuklu Beyi I. Kılıç Arslan'ın elinden geri alınmış olan îznik'e
kaçar.
Bizans'ta Katolik Latin imparatorluğu ilan edilir ve 1261
yılına kadar hüküm sürer.
57 yıl boyunca Bizans işgal altındadır.
IV. Haçlı Seferi'nde yapılanları değerli tarihçi,
gazeteci-yazar Murat Bardakçı, 25 Eylül 2005 tarihli Hürriyet gazetesinde şöyle
aktarıyor:
"Haçlı Seferleri başlayalı neredeyse bir asır olmuş,
Ortadoğu'nun altı üstüne gelmiş ve Selahaddin-i Eyyubi'nin 1189'da Kudüs'ü
fethetmesi üzerine Hıristiyan Dünyası şaşkın düşmüştü. 1200'lerin başında,
zamanın Papa'sı III. Innocentus'un teşvikiyle yeni bir Haçlı ordusu toplandı,
IV. Haçlı Seferi'ne girişildi ve askerler Venedik gemileriyle İstanbul civarına
taşındılar, önceden yapılan planlara göre burada fazla kalmayacak ve Kudüs'ü
kurtarmak için hemen yola koyulacaklardı."
GİTMEYE ÜŞENDİLER
"Ama işler Papa'nın ve Hıristiyan Dünyası'nı galeyana
getirenlerin beklediği şekilde olmadı; Bizans'ın yani İstanbul'un zenginliği o
zamanın fakir Avrupası'nın dört bir yanından toparlanmış olan askerlerin
gözlerini kamaştırdı ve Kudüs yerine Bizans'ı almayı tercih ettiler! Taht
mücadeleleri yüzünden zaten bitkin düşmüş halde bulunan Bizans saldırılara
dayanamadı, 1204'ün 12 Temmuz günü Haçlı ordusunun eline geçti, İstanbul'da
yarım asır boyunca devam edecek olan bir Latin hâkimiyeti kuruldu ve Şehir,
tarihin en büyük yağmalarından birine sahne oldu.
Haçlılar, işe evleri yağmalamakla başladılar. Yağmaya Şahit
olan Villehardouinli Geoffrey isimli tarihçi, Askerler elbiselerinin üzerine işlenmiş
olan haçın mânâsını unuttular, kasaplığa ve kundakçılığa giriştiler. Evler ateşe
verildi, saraylarla resmi binalar tamamen soyuldu. Erkekler öldürüldü, kadınlar
tecavüze uğradı, en kıymetsiz eşyalar, hatta köylülerin gömlekleri bile
yağmalandı,' diye yazacaktı.
Binaların soyulup soğana çevrilmesinden sonra, sıra zamanın
en büyük mabedi olan Ayasofya'ya geldi ve Ayasofya sadece yağmalanmakla
kalmadı, tam bir rezalete sahne oldu. Askerler kiliseye katırlarla ve Fransız
bir fahişeyle girdiler. Katırlar yağmalanacak kutsal eşyalar, fahişe de içeride
yapılacak âlem içindi.
SÜTUNLARI KIRDILAR
Yağma, sadece birkaç dakika sürdü. İşe duvarlardaki
kaplamalardan başlandı, Hazreti İsa'nın havarileriyle Hazreti Meryem'e ait
olduğuna inanılan eşyalar, mesela isa'nın çarmıha gerilmesinde kullanıldığı
söylenen kutsal çivilerden biri ile peygamberin başına takılan dikenli taç,
altın ve gümüş haçlar ve kıymetli madenlerden yapılmış ne varsa katırlara
yüklendi. Kilisede bir taraflara saklanmış olan rahiplerin karınları deşilirken,
rahibeler tecavüze uğradı. Talana yetişemeyen Katolik askerler ise Ayasofya'nın
şifalı olduğu, böbrek ve göğüs ağrılarına iyi geldiği söylenen sütunlarından
parçalar kopartmaya giriştiler.
Yüklenen eşyaların ağırlığı altında hareket edemez hale
gelip oldukları yere yıkılan katırlar da kılıçlarla parça parça edildi.
Kilisede ne var ne yok götürüldükten sonra, sıra eğlenceye
geldi ve Papa'nın askerlerinin beraberindeki Fransız fahişe, Ortodoks
Patriği'nin birkaç gün öncesine kadar vaaz verdiği kürsüye çıkıp açık saçık şarkılar
okumaya ve müstehcen bir raksa başladı. Askerler, o sırada fıçılar dolusu
şarabı içmekle meşguldüler. Bizanslı tarihçiler yağmadan ziyade bu saygısızlığa
içerleyecekler ve bu tarihçilerden biri olan Niketas, daha sonra Kudüs'teki
Kutsal Mezar'in intikamını almak bahanesi ile harekete geçenler altın ve gümüş
uğruna haçın üzerinde tepinmekten çekinmediler,' diye yazacaktı.
İstanbul, bu yağmadan sonra Bizans'ın yerini alan Latin
İmparatorluğumun başkenti oldu ve şehrin üzerine çöken kâbus lam 57 sene devam
etti. Bizans İmparatoru VIII. Mihail Paleolog, İstanbul'u 1261'de geri aldığı
zaman baştan aşağı yağmalanmış bir şehirle karşılaştı. Haçlılar her şeyi
toparlayıp götürmüş, İtalya'da ve Fransa'da fahiş fiyatlarla satmışlardı."
ÇOĞU VATİKAN'DA
Yağmalanan eşyaların bir kısmı zaman içinde kaybolurken, bir
kısmı da Vatikan'da ve diğer büyük dini merkezlerde koruma altına alındı.
Hipodrom'daki heykeller, azizlerin kemikleri, Hazreti isa'ya ait olduğuna inanılan
ve bugün Torino'da olan kefen ile Venedik'teki San Marko Meydam'ndaki kilisede
muhafaza edilen dört adet at heykeli de gidenler arasındaydı.
Bizanslılar, 1204'teki bu felaketi hiç unutmayacaklar ve sonraki
asırlardaki Türk ilerleyişi karşısında Katolik dünyasından yardım istemek
yerine Ayasofya'da kardinal külahını görmektense, Müslüman sarığını tercih
ederiz,' diyeceklerdi."
İşte tam bu noktada, Anadolu'yu denetleyen Bizans İmparatorluğu'nun
güçsüzleşmesi ve bu güçsüzleşmenin Müslüman Türklerin işine yaraması gerçeği ortaya
çıkar:
Anadolu'daki Müslüman Türk ilerlemesini durdurmak ve kutsal
yerleri yani Doğu Akdeniz'i düşmanlarının elinden almak için düzenlenen Haçlı
Seferleri, IV. Sefer'de, Bizans Imparatorluğu'nu çökerterek, Anadolu üzerindeki
merkezi Ortodoks Hıristiyan denetimini zayıflatır ve Müslüman Türklerin
ilerlemesine yardımcı olur.
Böylece, Hıristiyanlık içindeki mezhep kavgaları, din adına
yapılan bir savaşta tam tersi bir sonuç vermiş ve Müslüman Türklerin
gelişmesini desteklemiştir.
Dikkat edilirse XIII. yüzyıl, Osmanlı Beyliği'nin de kuruluş
yüzyılıdır.
Resmi olarak kuruluş yılı 1299 kabul edilen Osmanlı Beyliği,
Anadolu'da Katolik Latin ordularının düzenlediği IV. Haçlı Seferleri'yle
güçsüzleştirilen Bizans topraklarındaki kazanımlarla tarih sahnesine çıkmıştır.
Ne yazık ki bu nokta, Anadolu'nun fethinde Horasanlı Gazi
Dervişler'in kahramanlık menkıbeleri (ki bunlar tümüyle de doğrudur) üzerinde
yoğunlaşan ve odaklasan tarihçilerimiz tarafından yeterince irdelenmemiş ve
tarih öğretimimizde gerekli olan yerini alamamıştır.
Prof. Emre KONGAR, Tarihimizle Yüzleşmek
0 yorum:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.