Batılılaşma Göçle Başlar, Alparslan'la Sürer, Fatih Sultan
Mehmet'le Kurumlaşır
Türkiye'nin Batılılaşma serüveni pek çok düşünürün üzerinde
durduğu önemli konulardan biridir:
Batılılaşma nedir?
Ne zaman başlamıştır?
Ne kadar başarılıdır?
Batılılaşma aslında gerekli midir?
Batılılaşma Batı taklitçiliği midir?
Batılılaşma bir uygarlaşma mıdır yoksa Batı Emperyalizmine
boyun eğiş midir?
Bu sorular ve benzerleri yıllardır Türkiye'de tartışılan,
üzerinde çeşitli görüşler ileri sürülen konuları belirler.
Türkiye'deki yaygın "resmi tarih" görüşü,
reformların III. Selim ile başladığı, Batılılaşma'nın ise 1839 Tanzimat Fermanı
ile kurumlaştığı biçimindedir.
Örneğin ünlü siyaset ve toplumbilimcimiz Niyazi Berkes de bu
görüştedir.
Osmanlı tarihinin irdelenmesi açısından bu görüş, III.
Selim'i bir başlangıç, Tanzimat'ı bir kırılma noktası olarak kabul etmesi
bakımından doğrudur da.
Ama bu başlangıcın, Osmanlı'nın çöküşünü durdurmak için
girişilen bir "taklitçilik" olduğu üzerinde pek fazla durulmaz.
Tanzimat ise, arkasında 1838 Osmanlı-Ingiliz Ticaret Antlaşması
yatan bir "Batı Emperyalizmi" darbesinin öne çıktığı bir kırılma
noktasıdır:
Osmanlı bu tarihten sonra sürekli olarak yokuş aşağı gitmiş
ve sonunda çökerek Batılılar tarafından paylaşılmıştır. Oysa tarihi kesintisiz
bir oluşum olarak kabul edersek, Türkler için Batılılaşma, Orta Asya'daki
anayurtlarından çıkarak Batı yönünde göçe başladıkları anda etkisini göstermeye
başlayan bir süreçtir.
Bunu sadece Batı'ya doğru hareket anlamında değil, işlevsel
anlamda da söylüyorum. Şimdi bazı okurlarımı şaşırtacak bir ifadeyle ne demek
istediğimi daha iyi anlatmaya çalışayım:
Örneğin paradoksal bir biçimde, Türklerin Müslüman olmaları
da, Batılılaşma serüvenlerinin bir parçasıdır.
Hemen "'Müslüman Dünyası' ile 'Batı Dünyası' birbirinin
karşıtı değil mi, Türklerin Müslüman olmasını nasıl 'Batılılaşma' diye
nitelersin," biçiminde bir sorunun aklınıza geldiğini biliyorum.
Oysa yukardaki bölümlerde anlattığım gibi, Türkler
Anadolu'ya doğru hareket ederlerken, yani yolda, "göç halindeyken" aşağıdan,
güneyden gelen Araplarla karşılaşmışlar ve kılıç zoruyla dinlerini değiştirerek
Müslüman olmuşlardır.
Semavi bir din olan Müslümanlığa geçiş, Batı'da egemen olan
Musevilik ve Hıristiyanlık gibi tek tanrılı bir dine inanma açısından,
Türklerin tarihinde, Batılılaşma yolundaki işlevsel bir değişmeyi de
simgelemektedir.
Şamanizm'den Müslümanlığa geçiş, Türklerin tarihi açısından,
Tanzimat Fermanı'ndan çok daha önemli bir kırılma noktasını belirler.
Çünkü bu kırılma noktası, daha sonra Osmanlılar olarak
Müslümanlığın en büyük İmparatorluklarından biri olmasına yol açmış, onları
doğudan batıya uzanan bir dünya devleti yapmış ve bugünleri bile etkilemiştir.
Türkler Malazgirt'ten İznik'e 9 Yılda Ulaştılar
Ben tarihi irdelerken somut tarihlerin vurgulanmasından pek
hoşlanmam; zaten bu tarihleri aklımda da tutamam.
Ama bazı tarihler var ki, aralarında geçen zaman, ya çok
kısa ya da çok uzun olduğu ve bir sürecin niteliğini belirlediği için anımsanmaları
gerekir.
Alparslan'ın Anadolu'nun kapısını açtığı Malazgirt Savaşı'nın
larihi 1071'dir.
Batı Anadolu'nun en önemli kentlerinden biri olan İznik'in,
Selçuklu Komutan Kutulmuşoğlu Süleyman şah tarafından fethi ise 1080 yılında
gerçekleşmiştir:
Yani Selçuklular Doğu Anadolu'dan girip 9 yıl gibi bir süre
içinde soluğu Batı Anadolu'da almışlardır.
Selçuklular, bu şehri başkentleri yapmıştır.
Ne yazık ki 17 yıl sonra, 1097'de Birinci Haçlı Seferi
sırasında yeniden Bizanslıların eline geçmiştir; ama bizim konumuz bakımından
bu geri alınış önemli değildir.
Zaten kent sık sık el değiştirmiştir.
Süleyman şah'ın oğlu I. Kılıç Arslan 1105'te yani
Bizanslıların eline geçmesinden 8 yıl sonra kenti yeniden almıştır.
Fakat bu fetih de sürekli olamamış, bir süre sonra
Bizanslılar şehri geri almışlardır.
Daha sonra, yukardaki bölümlerde belirttiğim gibi IV. Haçlı
Seferi ile tahtından olan Bizans imparatoru İznik'e gelmiş ve yaklaşık 57 yıl
burada hüküm sürmüştür.
Sonunda, 1329'da Orhan Gazi tarafından yeniden fethedilmiş
ve ondan sonra hep Müslümanların elinde kalmıştır.
Burada sadece kentin tarihsel öyküsünü merak edenler için
anlattığım bu el değiştirmeler, yukarda da belirttiğim gibi, konumuz açısından
hiç önemli değildir.
Konumuz açısından önemli olan husus, Müslüman Türklerin, yani
Selçuklular'ın 9 yıl gibi kısa bir sürede Malazgirt'ten İznik'e gelmiş
olmalarıdır.
Şimdi siz değerli okurlarımın aklına ve izanına sığınıp
soruyorum:
Bu 9 yıl içinde Selçuklular, kendilerinden önce Anadolu'da
yaşayan "Rum" dedikleri Bizanslılar'ın tümünü kesip yok edebilirler
miydi? ("Diyarı Rum" sözü, o zamanlar Anadolu için Kullanılırdı.)
Tabii ki "hayır".
Zaten XXI. yüzyılda bile Anadolu'da Müslüman Türk nüfusun
yanında Hıristiyan köylerinin varlığı böyle bir "yok etmenin"
olmadığını açıkça gösterir.
Peki o zaman ne olmuş dersiniz?
Hiç kuşkusuz, toplumsal etkileşim devreye girmiş ve
Anadolu'yu fetheden Türkler buradaki Hıristiyan nüfus ile karışmışlardır.
Zaten unutulmamalıdır ki, savaşı kazanan Müslüman Türkler,
genellikle zaptettikleri kentin yöneticisinin kızını da kendilerine eş olarak
almışlardır.
Ya da kimi zaman siyasal ve askeri ittifaklar, düşmandan
alınan gelinlerle perçinlenmiştir.
"Yani ne demek istiyorsun?" diye sorarsanız,
dediğim açık: Türkler Anadolu'ya
girdikleri andan itibaren buradaki nüfusla kaynaşmış ve deyim yerindeyse,
siyasal ve kültürel anlamda "Batılılaşma" başlamıştır.
Çünkü bu kaynaşma sadece evlenme yoluyla değil, kültürel
alanda geleneklerden göreneklerden etkilenme yoluyla da olmuştur.
Ayrıca artık Türkler Avrupa siyasetinin de ayrılmaz bir
parçası haline gelmişlerdir.
Bu söylediklerimin ne Türklüğe ne de Müslümanlığa aykırı bir
tarafı vardır.
Dünyada birbirinden etkilenmemiş din, mezhep, ırk ve millet
yoktur.
Zaten son genetik çalışmalar, Anadolu insanının genlerinin
çevre ülke insanlarının genlerine çok benzediğini bilimsel olarak da ortaya
koymuştur.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluşu ve Müslüman Türklerin
Batılılaşması Fatih Sultan Mehmet'le Kurumlaşır
Fatih Sultan Mehmet dönemi, en iyi bilmemiz gereken, aslında
en iyi de bildiğimiz, ama en çok saptırılan dönemlerden biridir.
Örneğin, "resmi tarih" tarafından, Fatih'in İstanbul'u
fethettikten sonra kenti yağmalattırmadığı, tümüyle koruduğu öne sürülür.
Kenti olanaklı olduğu ölçüde koruduğu doğrudur ama
yağmalattırmadığı doğru değildir, zaten olamazdı da; çünkü bütün din-tarım
imparatorluklarının fetihlerinde, galip gelenlerin zenginleşmesi, askerlerin
canla başla dövüşmelerinin sağlanması amacıyla yağma yapılır.
Yenilenlerin canı, malı, ırzı, yenenlerindir.
Nitekim Fatih Sultan Mehmet de, İstanbul'u fethettikten sonra
üç gün üç gece kente girmemiş, askerlerinin yağmalaması için beklemiştir.
Kenti fetheden Osmanlı askerleri, bütün değerli eşyayı
yağmalamış, bu arada fidye verebilecek zenginlikte olanları özellikle seçerek
Bizanslıları tutsak almıştır.
Hatta tarih kitapları, Bizanslılar kuşatma sırasında toplu
halde kiliselerde toplandıkları için bu seçme ve tutsak alma işinin oldukça
çabuk ve doğru seçimlere dayalı bir biçimde yapıldığını yazar.
Müslüman-Türk tarihçiler, kentin yağmalanmadığı biçiminde çarpıtmalar
yaparken, Batılı tarihçiler de Fatih Sultan Mehmet'in kardeş katlini
yasalaştıran kanlı bir padişah olduğunu söyleyerek onu karalamaya çalışır.
Oysa biraz ilerde göreceğimiz gibi, bu konudaki Fatih
Kanunnamesi, Osmanlıların XX. yüzyıla kadar parçalanmadan gelmesini sağlamıştır.
Yeri gelmişken belirteyim:
Bence Osmanlı-Türk tarihinde iki dâhi vardır: Fatih Sultan
Mehmet ve Mustafa Kemal Atatürk.
Biri, tüm dünyayı ve tarihin akışını etkileyen bir
imparatorluk kurmuş, öteki de tarihin akışını değiştirerek yıkılmış, yenilmiş,
işgal edilmiş bir din-tarım imparatorluğundan, çağdaş bir Türkiye Cumhuriyeti
yaratmıştır.
Bu konuya ilerde yine döneceğim. Şimdi Fatih Sultan Mehmet
üzerinde duralım.
Fatih Sultan Mehmet Osmanlı'yı Bir Batı İmparatorluğu Olarak
Kurarken Neler Yaptı?
Osmanlı Devleti'ni gerçek bir imparatorluk olarak kuran
padişah Fatih Sultan Mehmet'tir.
Kendisine Roma İmparatoru diyen Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u
fethettikten sonra imparatorluğu kurumlaştırmak için yaptığı işleri şöyle
özetlemek olanaklıdır:
1- Osmanlı imparatorluğu içinde ve Anadolu'da, Osmanlı
ailesine rakip olabilecek Müslüman -Türk kökenli ailelerin siyasal gücünü
kısıtlamış ve sınırlamıştır.
Sadrazamı Müslüman-Türk kökenli Çandarlı Halil Paşa'nın
kellesini almış, yerine devşirme Mahmut Paşa'yı veziri azam yapmıştır.
Çandarlı Halil Paşa'nın idam nedeni tartışmalıdır. Kimileri
Bizans adına casusluk yaptığına ilişkin dedikoduların olduğunu söyler. Kimileri
ise, Fatih Sultan Mehmet'in, ilk tahta çıkışında düşman saldırısı karşısında,
kendi yerine babasını yeniden padişahlığa çağırmasını bağışlamadığını belirtir.
Nedeni ne olursa olsun, Fatih Sultan Mehmet'in, Osmanlı
imparatorluğu içinde kendi ailesine yani Osmanlı ailesine rakip olabilecek
Müslüman-Türk kökenlilerin gücüne son verdiği açıktır.
Unutulmamalıdır ki, o dönemde hala Anadolu'da
Karamanoğulları, İsfendiyaroğulları, Akkoyunlular gibi başka Müslüman-Türk
beylikleri vardır ve Fatih Sultan Mehmet yaptığı savaşlarla bunlara son vermiş
ve Osmanlı imparatorluğu'nun rakipsiz egemenliğini sağlamıştır.
İmparatorluğu'nu güvence altına almak isteyen Fatih Sultan
Mehmet ilk olarak, aile dışından gelecek rekabeti önlemiştir; bir yandan
Osmanlı dışındaki Müslüman-Türk beyliklerini fethederken, öte yandan Osmanlı
bürokrasisi içindeki Müslüman-Türk kökenli ailelerin yaratabilecekleri
tehlikeyi durdurmuştur; devşirme kökenli sadrazamların Osmanlı ailesine rakip
olamayacakları açıktır.
2- Fatih Sultan Mehmet'in istanbul'u fethettikten sonra
yaptığı en önemli işlerden biri de Ortodoks Hıristiyanları koruması altına
almak olmuştur.
Bizans'ın Batı Roma'dan yardım almasına karşılık, Vatikan'ın
dayatması olan Katolik Kilisesi'nin üstünlüğünü kabul etmesini isteyenlere karşı
büyük bir kampanya sürdüren ünlü Ortodoks din adamı Georgios Scholarios, fetih
sırasında tutsak edilmiş ve Edirne'ye yollanmıştır.
İşte Fatih Sultan Mehmet bu din adamını buldurur, İstanbul'a
getirtir ve onu tüm Ortodoksların Patriği ilan ederek, koruması altına alır.
Georgios Scholarios, zaten daha önce de belirttiğim gibi,
Gennadius adıyla Pantokrator Kilisesi'ne atanmış ünlü bir din adamıdır.
Fatih Sultan Mehmet bu ünlü din adamını Patrik atayarak hem
Ortodoks tebaanın gönlünü kazanır, hem de Hıristiyanların mezhep kavgalarından
yararlanarak Katoliklere karşı, Ortodokslarla stratejik bir ittifak kurmayı
amaçlar.
3- Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethettikten sonra
yaptığı bir başka önemli iş, Doğu-Batı ticaretini elinde bulunduran Cenevizlilere
ve Venediklilere, ticari etkinliklerini sürdürmelerini sağlayacak olan bazı
imtiyazlar vermesidir.
Osmanlılar, kapitülasyon denilen bu ticari imtiyazları
sadece dost ülkelerin tüccarına tanırlardı.
Fatih Sultan Mehmet gibi, Kanuni Sultan Süleyman gibi padişahlar
bu kapitülasyonları, Hıristiyan Dünyası içinde ittifaklar oluşturmak için,
sadece ticari amaçla değil, siyasal hesaplarla da kullanmışlardır.
Tabii, Osmanlıların güçlü dönemlerinde işe yarayan
kapitülasyonlar, gerileme döneminde, özellikle adli kapitülasyonlara dönüşünce,
imparatorluğun yıkılış nedenlerinden biri haline gelmiştir.
Bu konuya daha sonra döneceğim, şimdilik Fatih Sultan Mehmet
döneminde kalalım.
4- Fatih Sultan Mehmet'in yaptığı en önemli işlerden biri, Osmanlı
ailesi içindeki taht kavgalarını önlemek, bu yüzden imparatorluğun
parçalanmasını engellemek için, öteki akrabaların öldürülmelerine yani Şehzade
katline izin vermesidir.
Bu yaptığı, gerek şeri hukuk, gerekse örfi hukuk açısından
doktrinde çok tartışmalıdır ama sonuç olarak bu kanunnamenin örfi hukuk-şeri
hukuk sentezine dayalı bir karar olduğu açıktır.
Fatih Sultan Mehmet'in çok iyi bir eğitim aldığı bilinir.
Tabii bu eğitimin bir parçası da tarih bilgisidir.
O dönem için tarih bilgisi esas olarak "Osmanlı
ailesinin tarihidir".
Fatih Sultan Mehmet özellikle Yıldırım Bayezit'in Timur'a
yenilgisinden sonra İmparatorluğun içine düştüğü "kardeş savaşlarını"
(yani Fetret Devrini) çok iyi bilir.
Bu nedenle de bütün din-tarım imparatorluklarını parçalayan
kardeş kavgasını önlemek için bu kanunnameyi çıkarmıştır.
5- Fatih Sultan Mehmet, devlet yapısını kurumlaştırmıştır.
Sadrazamı Osmanlı bürokrasisinin başı yapmış, yeniçeriliği güçlendirerek, merkezi
yönetimin egemenliğini pekiştirmiştir.
Divanın idaresini sadrazamlara bırakarak, kendisi kafes
arkasına çekilmiştir.
Sadrazamın yetkileriyle birlikte defterdarın, kazaskerlerin
ve diğer üst düzey memurlarının görevlerini tanımlamış, böylece merkezi
bürokrasiyi kurumlaştırmıştır.
6- Osmanlı tarihinin ilk devalüasyonunu yapmış, yani paranın
değerini düşürmüştür.
Böylece merkezi yapıyı güçlendirmek ve genişletmek için
gereken finansmanı sağlamıştır.
Bilindiği gibi Osmanlı'nın paranın değerini düşürme
yöntemine tağşiş deniliyor:
Mağşuş yani tağşiş edilmiş sikke, ya küçültülmüş ya da içine
bakır karıştırılarak gümüş gramajı düşürülmüş akçe.
Tabii herhangi bir tağşiş işlemi yapıldığında Galata
bankerleri derhal bu durumu fark ediyor ve Osmanlı parasının Batı devletlerinin
altınları karşısındaki değerini düşürüyorlar; böylece devalüasyon ortaya
çıkıyor.
Tarih Vakfı'nın yayımladığı Osmanlı İmparatorluğu'nda
Paranın Tarihi adlı enfes bir kitabı da olan değerli biliminsanı Prof. Şevket
Pamuk, son bulgularını İstanbul ve Diğer Kentlerde beşyüz Yıllık Fiyatlar ve
Ücretler, 1469-1998 adıyla Devlet istatistik Enstitüsü tarafından yayımlanmış
olan kitabında okurlarla paylaşmış.
Şevket Pamuk diyor ki, "Tağşişi en çok sevenler,
merkeziyetçi ve reformcu Padişahlar. Osmanlı'da ilk tağşiş, Fatih Sultan Mehmet
çocukken birinci kez tahta çıktığında yapılıyor. Sonra Fatih, her on yılda bir
tağşiş yapıyor. Bir başka büyük tağşiş 11. Mahmut zamanında yapılıyor örneğin.
"O zamanlar enflasyona karşı güvence sağlayan, faiz ve
benzeri kurumlar yok. Bu nedenle sabit gelirliler yani esnaf ve yeniçeriler çok
zarar görüyor. Bir tağşiş sırasında 1 duka altının değeri 18 akçeden 44 akçeye
çıkartıldığında, yeniçerilerin maaşı günde 1 akçe. Bunun üzerine yeniçeriler
Edirne'de bir tepede toplanıp olayı protesto ediyorlar ve maaşları günde 3,5
akçeye yükseltiliyor. Edirne'deki bu tepenin adı bugün de 'Buçuk Tepe'".
Şevket Pamuk, verilerini zaman grafıkleriyle açıklıyor.
Akçenin içindeki gümüş miktarının düşürülmesini de bir grafikle göstermiş:
Buna göre, 1844'ten sonra artık tağşiş yok, istikrar var,
çünkü Batı "Siz tağşiş yapmayın biz size borç verelim" diyor ve Osmanlı
I mparatorluğu, Kırım Savaşı için tağşiş yapmak yerine Batı'dan borç alınca, iflas
ediyor ve çöküyor.
Biliyorsunuz, imparatorluğun asıl çöküşü, Birinci Dünya
Savaşı'ndan çok önce, iflas ettiği ve vergi gelirlerine Düyun-u Umumiye İdaresi
aracılığıyla Batılılar tarafından el konulduğu 1881 yılında gerçekleşmiştir.
Osmanlı'nın iflası konusuna ilerde döneceğim.
7- Fatih Sultan Mehmet'in gerçekleştirdiği bir başka önemli
devrim, kendi portresini yaptırmasıdır.
Resmin ve heykelin putları anımsattığı için günah sayıldığı
İslam kültüründe böyle bir davranış, başlı başına bir kültürel devrim niteliği
taşır.
"Resmi tarih", genellikle Fatih'in İtalya'dan
getirttiği ressam olarak sadece Gentile Bellini'yi belirtir. Oysa Fatih Sultan
Mehmet, Bellini'den başka daha birçok sanatçı, haritacı ve benzeri insanlar
getirterek, İstanbul'da islam kültürü açısından gerçek bir Rönesans başlatmıştır.
Örneğin, Constanza da Ferrara, Fatih'in resimlerini madalyonlar
üzerine çizen bir başka ressamdır.
Sevgili okurlarım, bu satırları siz belki ilk kez
okuyorsunuz ama ben yıllardır Osmanlı-Türk "Batılılaşma" sürecinin
kurumsal başlangıç noktası olarak Fatih Sultan Mehmet'i anlatırım.
1970'lerin sonunda birlikte katıldığımız bir açık oturumda
değerli şair, denemeci ve düşünce insanı Enis Batur sözlerine, "Ben de
Osmanlı-Türk Batılılaşmasının Emre Kongar'ın öne sürdüğü gibi Fatih Sultan
Mehmet'le başladığını düşünüyorum," diye başlamıştı.
Enis Batur'un, belki kendisinin bile şimdi pek anımsamadığı bu
sözleri bana büyük güç vermişti; sonunda bu kitapta okuduğunuz düşüncelerim
zaman içinde daha da berraklaştı ve gelişti.
Bu çalışmayı yaparken danıştığım değerli tarihçi Murat
Bardakçı da, Batılılaşma'nın Fatih Sultan Mehmet ile kurumlaştığı kanısında
olduğunu söyledi.
Fantezi ve edebiyat sevenler için bir de gönderme yapayım:
Fatih Sultan Mehmet döneminde geçen, ama zamanımızdaki-YÖK'ü
ve 1980 öncesi öğrenci olaylarını eleştiren bir de roman yazdım bu arada:
Hocaefendi'nin Sandukası, burada anlattığım konuları arka
plan olarak kullanan, günümüzü eleştirmek için yazılmış bir fantezi tarih
romanıdır; 1990 yılında yayınlandığında yılın en çok satan kitapları arasına
girmişti.
(Osmanlı konusunda pek çok çalışma var ama ünlü tarihçimiz
Halil İnalcık bu konunun en önemli uzmanıdır. Mustafa Akdağ, Ömer Lütfı Barkan
gibi biliminsanlarının yanında, Halil İnalcık'in çalışmalarından çok
yararlandım. Osmanlı'yla ilgilenen okurlara, onun bütün kitaplarını ve
özellikle de son çıkan Tarihçilerin Kutbu adlı, Emine Çaykara'nın kendisiyle
yaptığı konuşmalardan oluşan çalışmayı öneririm.)
Prof. Emre KONGAR - Tarihimizle Yüzleşmek
0 yorum:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.