“ OSMANLI İNANCINDAN DOLAYI KİMSEYİ YAKMAMIŞTIR “ YALANI
Değerli okurlarım, bana bu kitabı yazma kararını verdiren
olaylardan biri de birkaç yıl önce bir televizyon programında dinlediğim bir
tarih profesörünün söyledikleriydi:
Adının önünde bir de profesör unvanı bulunan ama adını umursamadığım
bu zat, televizyonda, izleyenlerin gözünün içine baka baka,
"Hıristiyanlar, Engizisyon Mahkemeleri kararıyla çatır çatır insanları
yakarken, Osmanlılar kimseyi inançlarından dolayı yakmamıştır," diyordu.
Oysa ne yazık ki Osmanlılar da inançlarından dolayı insanları,
üstelik de din adamlarından fetva alarak yakmışlardı.
Bu yanlış, tarihe dinci ve milliyetçi gözlüklerle bakan
"resmi tarih" anlayışının Müslümanlığı korumak ve yüceltmek kaygısından
kaynaklanıyordu.
Oysa Müslümanlık da Türklük de, tarihi saptırarak korunmaz
ve yüceltilmez.
Tam tersine, bu inançlar ya da ideolojiler adına tarihi
saptırmanız, o inançlara, o ideolojilere zarar verir.
Üstelik daha önce de belirttiğim gibi, çağ, din-tarım impatorlukları
çağıdır ve dinler ile mezhepler siyasal parti işlevi gördükleri için,
"inanç alanında" gibi görülen pek çok karar ve işlem, aslında
"siyasaldır", yönetime ilişkindir ve imparatorlukların
güvenlikleriyle ilgili olarak alınmış ve yapılmıştır.
Hurufilerin yakılması da böyle "imparatorluğun
selameti"yle ilgili bir karar ve eylemdir.
Bu eylemin altında, inanç sorunu değil, Hurufilerin saraya
sızması sonunda ortaya çıkan bir siyasal sorun vardır.
İlginç Bir Mezhep: Hurufilik
"Huruf Arapça'da "harf" sözcüğünün çoğuludur.
Hurufilik, harflerin Allah'ın görüntüsü olduğu inancı
üzerine kurulu bir mezheptir.
Hurufilere göre varlık sesle oluşur.
Ses, asıl yaratıcı âlemden, madde âlemine gelen ve madde biçimine
bürünen her şeyde vardır.
Cansızlardaki ses, birbirine vurulduğu zaman açığa çıkar,
canlılarda zaten vardır, insanda ise tam olgunluğa erişir.
Söz, sesin hem olgunlaşmış hali hem de amacıdır.
Söz ise harflerden meydana gelir.
Bu nedenle Hurufi inancı, harflerin mukaddes niteliğine
dayanır.
Arap alfabesindeki 28 harf ile Fars alfabesindeki 32 harfi Allah'ın
yeryüzündeki varlığı, işareti olarak kabul eder.
Fars alfabesindeki 32 harfin insanın yüzünde bulunduğuna
inanır.
1339 yılında Horasan'ın Esterâbâd kasabasında doğan, kendini
son peygamber olarak ilan eden Şihabuddin Fazlullah Esterabadi' tarafından
1386'da kurulmuştur. Genel olarak tasavvuf ve Bektaşilik inancı çerçevesinde
incelenen bir mezheptir.
Fazlullah, evrenin özünün ve gerçeğinin kendi kişiliğinde
göründüğünü öne sürmüş ve son peygamber olduğu iddiasında bulunmuştur.
Hurufi inancına göre, evren ebedidir ve sürekli hareket
halindedir; doğal olaylar da bu hareket sonucunda ortaya çıkar.
Bu inançları ile Hurufiler diyalektik düşünceye yakın bir
yaklaşım sergiler.
Hurufilere göre mademki Allah kendini peygamberler
vasıtasıyla gösterir, her peygambere gelen harfler zamanla artar: Hz. Adem'e 9,
Hz. İbrahim'e 14, Hz. Musa'ya 22, Hz. İsa'ya 24, Hz. Muhammet'e 28 ve son
peygamber Fazlullah'a 32 harf malum olmuştur.
Bu sayılar, her bir peygambere gönderilen ayetlerin yazılmış
olduğu dilin alfabesindeki harflerin sayılarıdır:
İbranice'de 22, Yunanca'da 24, Arapça'da 28, Farsça'da
32'dir.
Kendisine en çok simge yollanan son peygamberin kendinden
önce gelenlerin bütün bilgilerini çözmesi ve onların ötesine geçmesi doğaldır.
Hurufiler bu inançlarıyla insanın yüzünde de Allah
yazıldığını düşünürler:
Bu inanca göre, burun kemiği "elif, burnun iki tarafi
"lam", gözler de "ha" harfi olarak, insanın yüzünde iki
taraflı simetrik bir biçimde Allah yazar.
Zaten Allah bu âlemde insan biçimine bürünmüştür.
Fazlullah 1394 yılında şeyh İbrahim adlı bir din adamının
fetvasıyla öldürülmüş, cesedi sokaklarda sürüklenmiştir.
Fazlullah'ın öldürülmesi Hurufiliğin yayılmasını
durduramamıştır.
XIV. yüzyılın ikinci yarısında Irak'ta, Azerbaycan'da ve
Anadolu'da hızla yayılan Hurufilik, kurucusunun ölümünden sonra da kurucunun
halifeleri tarafından yayılmaya devam etmiştir.
Ünlü şair Nesimi de Fazlullah'ın halifelerinden biri olarak
bu yayılmada üstün sanatıyla önemli bir rol oynamıştır.
(Bu arada Nesimi'nin Mısır Çerkeş Kölemenleri Hükümdarı Şeyh
Müeyyed, emriyle 1418 yılında Halep'te öldürüldüğünü ve derisi yüzülerek yedi
gün teşhir edildiğini de bu bölüme eklemeliyim. Unutmayalım ki, o dönemde her
yeni mezhep, mevcut iktidarın ideolojisine bir siyasal muhalefet anlamını taşır
ve ölümle cezalandırılırdı.)
Güçlenme Yakılmayla Sonuçlanıyor
Hurufiler, Müslümanlarla birlikte Hıristiyanları da etkileyerek
geliştiler. Harflere dayalı yorumları, Hıristiyan inancını da kapsayan bir
nitelik taşıyordu ve Fazlullah, Hz. isa'nın yeniden dünyaya döneceğine inananlar
tarafından da bu dönüşü simgeleyen peygamber (yani Hz. İsa'nın yeniden dünyaya
dönüşü) olarak kabul görüyordu.
Hurufiler, kurdukları inanç sistemiyle iktidarı da ele
geçirmek istiyorlardı.
Zaten o dönemde her yeni mezhebin mevcut iktidara karşı
siyasal bir seçenek oluşturmak için ortaya çıktığını biliyoruz.
Fazlullah'ın öldürülmesinden sonra İran'da çeşitli isyanlar
çıkardılar ve bu isyanların kanlı bir biçimde bastırılmasıyla yavaş yavaş
Anadolu'ya kaymaya başladılar.
Yayılmaları ve etkileri gittikçe artan Hurufıler, sonunda
Fatih Sultan Mehmet zamanında saraya da sızdılar.
Aile üyelerini etkileyerek Padişah'a ulaşmaya çalışan Hurufiler,
bu çabalarıyla büyük bir olasılıkla Hıristiyanların da imparatoru olmayı
planlayan Fatih Sultan Mehmet'in ilgisini çekmiş olabilirler.
Fakat saraya sızmaları onları iktidara değil, alevlerin
içine taşıyacaktı.
Durumun ciddiyetini Veziri Azam Mahmut Paşa'dan öğrenen, o
zamanlar Edirne'de Üçşerefeli Cami'nde müderrislik yapan Müftü Fahreddin-i
Acemi derhal harekete geçmiştir.
Hem Hurufilerin yakılmaları için fetva vermiş, hem de
kendisi bizzat diri diri ateşte yakılmalarım gerçekleştirmiştir.
Daha sonra gerek II. Bayezit gerekse Kanuni Sultan Süleyman
dönemlerinde de çeşitli baskı ve sürgün cezalarına uğramışlarsa da, Hurufiliğin
yayılması engellenememiş, Hurufıler ve Hurufilik, Bektaşi-Alevi kültürü içinde
yaşamaya devam etmiştir.
Hurufilerle ilgili bu tarihsel gerçekler "resmi
tarih" tarafından görmezden gelinen konuların başında gelir.
Hatta bazı tarihçiler tarafından tümüyle inkâr edilir.
Oysa Osmanlı tarihi bir din-tarım imparatorluğu tarihidir ve
bu tür imparatorluklarda egemenliğin dine ve geleneğe dayandığı bilindiğinden,
bütün mezhep ve inanç kavgalarının kanlı bitmesi kimseyi şaşırtmamalıdır.
Tarihe ve bilime aykırı olan davranış, artık egemenliğin
halka, millete dayalı olarak kullanıldığı günümüzde, hâlâ din ve mezhep
duygularını siyasal iktidar için sömürmektir.
Unutulmamalıdır ki, bu davranış çağımıza göre sadece
gericilik değil, aynı zamanda Kahramanmaraş, Çorum ve Sivas olaylarında
görüldüğü gibi sonucu kanlı gelen bir inanç tahrikçiliğidir de.
Hurufilerin Ataları: Karmatiler
Hurufılerden söz edince Karmatiler'i anımsamamak olmaz.
İslam tarihinin ne denli çapraşık, ne denli kanlı ve
çatışmalı olduğunu vurgulayan, İsmailiye mezheplerinden biridir Karmatiler.
Karmatiler: IX. yüzyılda ortaya çıkmış olan ilk islam
komüncüleridir. (Siz bunu "komünistleri" diye de okuyabilirsiniz.)
Yani Anadolu'da "Fetret Devri"nde önem kazanan şeyh
Bedrettin hareketinin, Hurufilik gibi mezhep mensuplarının ataları.
Karmatilik, gizli bir örgüt: Tarihteki ve günümüzdeki bütün
gizli örgütlerin anası; Hasan Sabbah'ın Haşşaşinler'ine de kaynaklık ediyorlar.
Fütüvve yani Ahilik de bunlardan geliyor.
Arap Yarımadası'nın güneyinde korsanlık yapıyorlar.
Zenginden alıp yoksula vermek, genel uygulamaları.
Bu açıdan Robin Hood'un da ataları.
930 yılında Mekke'yi fethedip Hacer-i Esved'i kaçırıyorlar.
Karmatiler'le başa çıkamayan Abbasiler, Selçuklu Sultanı
Melikşah'tan yardım istemek zorunda kalıyor.
İçki haram değil, şarap içiyorlar, güneş doğmadan iki rekat,
güneş battıktan sonra da iki rekat namaz kılmanın, yılda iki gün oruç tutmanın
yeterli olduğuna inanıyorlar.
Kıbleleri Mekke değil, Kudüs.
İslam tarihinde daha nice garip ve anlaşılması zor mezhep var.
Devletin mezhebi tabii bütün bunlara kuşkuyla bakıyor ve
eline fırsat geçer geçmez, derhal ortadan kaldırıyor, çünkü mezhep farkı o
zaman için siyasal muhalefet anlamını taşıyor.
Osmanlı'nın Hurufileri yakmış olması, dönemin siyasal
gerçekleri çerçevesinde son derece doğal bir eylemdir, asla imparatorluğun
suçlanmasına yol açamaz.
(Bu konularda en güvenilir kaynak İslam Ansiklopedisi'dir.
Ayrıca ismet Zeki Eyuboğlu'nun Tasavvuf, Tarikatlar, Mezhepler Tarihi adlı
kitabına, Abdülbâkıy Gölpınarlı'nın ġiilik adlı eserine ve Faik Bulut'un
kitaplarına bakılabilir.)
Prof. Emre KONGAR, Tarihimizle Yüzleşmek
0 yorum:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.