ÖZLÜ SÖZ

İnsanın kıçına bir tekme birçok sözcükten daha çok anlam ifade eder. - ATLAS

Popüler Yayınlar

YOUTUBE ‘DEN VİDEO İNDİRME:

31 Aralık 2012 Pazartesi

YOUTUBE ‘DEN VİDEO İNDİRME:

Diyelim ki Youtube ‘de güzel bir video gördünüz. İzlediniz, çok beğendiniz. O videoya sahip olmak istemez misiniz? Bilgisayarınızda olsa veya bir cd veya dvd ye kaydetseniz, o video hep sizin olsa…

Güzel bir arşiv yapabilirsiniz.

Birçok indirme programı olmasına rağmen, programsız da indirilebiliyor. Yapacağınız işlem de çok basit.

Örnek videomuz şu olsun. Stephen Hawking. Çağımızın yaşayan en büyük dahisi. Yaşayan en büyük Bilim adamı.

Videosu şu;

STEPHEN HAWKİNG – EVRENİ TANRI MI YARATTI?

100 mb bir video ve izlemesi 40 dakika sürüyor ve Türkçe alt yazılı. Bu video bizce herkesin arşivinde bulunması gereken büyük bir eser. Çocuklarımız için.

Şimdi bu video yu bilgisayarımıza indirmeyi göreceğiz. Video nun Youtube’deki linki bu. Resimde de görüyorsunuz zaten, kırmızı daire içine aldık.

NOT : RESİMLERİN ÜZERİNE TIKLARSANIZ RESİMLER BÜYÜR, DAHA RAHAT GÖREBİLİRSİNİZ!




Yapacağımız işlem şu:

Bu linkte www. dan sonra youtube kelimesinin hemen önüne iki tane s yazmak.

Şöyle yani;


ve buraya iki tane s yazdıktan sonra bu yeni linke enter yapıyoruz. Bu yeni link ile yeni bir sayfa açılıyor. Açılan sayfa altta gördüğünüz sayfa. Kırmızı daire içine aldığımız yerde gördüğünüz işaret videomuzun yüklendiğini gösterir işarettir. Videomuz yüklenene kadar bekliyoruz.



Alttaki sayfada da videomuzun yüklenmiş olduğunu görüyorsunuz. Ve yan tarafta da indirme butonları var. Artık indireceğiniz videoyu hangi ebatta yüklemeyi tercih ederseniz o butona tıklıyoruz. Hangisine tıklayacağını bilemeyenler için biz FLV 240p yi tavsiye ederiz. Ona tıklayın.



Videomuz indi. Yaşasın, artık o video bizim oldu…


ATLAS GRUP



Continue Reading | yorum

CURİOSİTY (MERAK) – BİR MARS MACERASI

30 Aralık 2012 Pazar

CURİOSİTY (MERAK) – BİR MARS MACERASI

Ntvmsnbc’ den yararlanılarak hazırlanmıştır.

Mars, Dünya'ya en yakın gezegen olması ve su bulundurması sebebiyle insanlık için her zaman büyük bir merak konusu oldu. Acaba Kızıl Gezegen'de geçmişte yaşam var mıydı? Hatta bugün mikroorganizma seviyesinde yaşam bulunma ihtimali olabilir miydi? İşte bu soruların peşinden sayısız bilinmeyeni ortaya çıkarmak için Curiosity (Merak) keşif aracı inşa edildi. Curiosity, Mars'ın aydınlık bölgesinde kalan Gale Krateri'ne iniş yaptı. Curiosity'nin büyüklüğü çevresindeki boyutlarla kıyaslayınca ne kadar büyük olduğu bu karede çok daha iyi anlaşılıyor.



NASA (ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) mühendisleri, Eylül 2010'da Curiosity üzerinde çalışıyor. Curiosity, 8.5 ay sürecek yolculuğundan önce California'daki Jet İtiş Gücü Laboratuarı’nda son denetlemelerden geçti.

Mars'a olan 56 milyon kilometrelik yolda radyasyondan korunacak şekilde donatılan Curiosity, uzay görevlerindeki en zor inişlerden birini gerçekleştirecek şekilde hazırlandı.

Curiosity, Atlas V roketiyle 26 Kasım 2011'de Florida eyaletindeki Cape Canaveral Hava Üssü'nden Uzay'a ateşlendi ve aylar sürecek yolculuğuna başladı.




Isı kalkanı, özel tasarım devasa paraşütü ve iniş takımındaki güçlü motorları, Curiosity'nin son derece zor inişinde tek parça kalmasını sağlayacaktı.


Curiosity'nin bir özelliği, Mars atmosferine girdiği andan itibaren yere ineceği 7 dakika içinde Dünya'dan tamamen bağımsız bir iniş gerçekleştirmesiydi. Bu süre içinde, Curiosity 20 bin kilometre hızdan 0 kilometreye inmeyi başarmalı ve tek bir donanımı bile zarar görmemeliydi.



Curiosity'nin inişi, Dünya'dan oldukça gelişmiş bir sistemle takip edildi. Keşif aracı, Mars yüzeyine yaklaştıkça Dünya'ya iki farklı sinyal gönderdi. Bunlardan ilki, pembe ile gösterilen, doğrudan Dünya'ya iletilen radyo dalgaları, diğeri ise uydular aracılığıyla aktarılan Ultra Yüksek Frekans (UHF) sinyalleriydi. NASA'nın Odyssey uzay aracı UHF sinyallerini anında Dünya'ya iletirken, Mars Yörünge Kaşif Aracı (MRO), bu sinyalleri toplayarak Dünya'ya iletti.

Bir SUV büyüklüğündeki Curiosity, 10 bilimsel gözlem ve deney cihazına zarar vermeden sağ salim yere inebilmek için, sıfır hata içeren bir süreci başarıyla tamamladı.



Yere 1600 km mesafe kaldığında açılan 45 kilo ağırlığındaki dev paraşüt, 30 tona kadar taşıma kapasitesiyle Curiosity'yi yavaşlatmaya başladı. Ancak saatte 350 km hız kesen paraşüt yavaş iniş için yeterli değildi. Yere 1.5 km mesafe kalınca, en zor kısım devreye girdi ve paraşüt Curiosity'den ayrıldı, iniş motorları devreye girdi. 



Curiosity alttaki resimde görülen Gale Krateri'ne indi.



Curiosity'nin 17 Ağustos'ta çektiği alttaki karede, başarılı olan ilk test sürüşünün ardından geride kalan teker izleri görülüyor.



Bir gün sonra çekilen Alttaki karede çok ilginç bir detay saklı. Bu detay, Mars kumunda beliren izlerin Mors alfabesinden bir kod saklaması. İzler sırasıyla JPL yani Curiosity'nin hazırlandığı Jet İtiş Gücü Laboratuarı’nın baş harflerini gösteriyor. Zig zagların ortasındaki düz çizgiler halinde devam eden bu desen, keşif aracının daha dikkatli bir şekilde yol alması için düşünülmüş.



2.5 milyar dolar değerindeki altı tekerli nükleer laboratuar Curiosity, sık sık kendisini fotoğraflayarak durumu hakkında yer kontrol merkezini bilgilendiriyor.



Alttaki karede Yeşil nokta, Curiosity'nin indiği yeri temsil ediyor. Mavi çember içindeki alan ise Sharp Dağı'nın eteklerini, yani asıl keşif ve deney yapılacak yeri gösteriyor.



Alttaki karede Curiosity'nin robotik kolu görülüyor. Bir nevi insanlığın Mars'taki eli. Fotoğrafta, Curiosity’nin robotik konunun ucunda yer alan ‘kule’ görünüyor. Kule, yakın-çekim kamerası Mahli'yi içeriyor. Dört LED ışığı, kameranın geceleri de çalışmasını sağlıyor. Keşif aracının MastCam kamerasıyla çekilen fotoğrafta LED ışıklar kumdan koruma amaçlı bir kapağın altında yer alıyor.



Curiosity'nin robotik koluyla bir Mars kayasına ilk kez dokunduğu an. Kayalar, Alfa Parçacık X-ray Spektrometresi (APXS) cihazıyla inceleniyor. Kaya ve toprak örneklerine APXS ile X-ray, ChemCam ile de lazer atışları yapılarak. Elde edilen kimyasal bulgular bu cihazın yardımıyla inceleniyor.



Altteki karede Curiosity'nin 21 Eylül'de gerçekleştirdiği kimyasal deney. eski bir NASA çalışanı olan Jake Metijevic'in adı verilen kaya üzerinde yapıldı. Kırmızı noktalar, ChemCam cihazından ateşlenen lazerle kayanın vurulduğu noktaları gösteriyor. Lazer deneyleriyle, Mars kayalarının kimyasal yapısı inceleniyor.



Curiosity'nin 1 Kasım'da Mars toprağından aldığı numunenin ardından bıraktığı iz. Robotik kolla toplanan bu nunume üzerinde yapılan analizler, Mars'ta organik bileşiklerin izine rastlanması sağladı. Aralık ayı başında bir hafta gecikmeli olarak yapılan açıklama, 'uzaylı' beklentilerinin çok gerisinde kaldı.

Sharp dağı yolu sadece kumdan oluşmuyor. Curiosity kayalık yüzeyler üzerinde de hareket etmek zorunda. Ancak altı tekerleğiyle bunu yapmakta hiç zorlanmıyor.

Curiosity, 'olabilir, olmayabilir' açıklamarına maruz kalan keşifleri öncesinde, Eylül sonunda büyük bir iş başardı ve 'Mars'ta su var mıydı yok muydu' tartışmalarına son noktayı koydu. Kutuplarında buz halinde su bulunduran gezegenin, bir zamanlar su akan antik bir nehir yatağı bulundu.



Plütonyum-238 ile enerji alan Curiosity, kendisine en az 14 yıl yetecek bir enerji kaynağına sahip. Curiosity'nin Navigasyon Kamerası (Nav Cam), 4 Eylül'de çektiği fotoğraf, keşif aracının ne kadar istikrarlı bir şekilde yoluna devam ettiğini gözler önüne serdi. Geride kalan teker izlerinin uzunluğu 30 metre.



Curiosity geceleri uyuyor mu? Tabii ki hayır. Mars'ın uydusu Phobos'un geçisini görüntülediği bir kare nükleer keşif aracının sürekli inceleme yaptığına bir örnek.



Mars gecesinde gökyüzü...



Ve Marsta Curiosity..




Continue Reading | yorum

FLATCAST' E ÜYE OLMAK (NİCK VE ŞİFRE ALMAK)

29 Aralık 2012 Cumartesi

FLATCAST' E ÜYE OLMAK (NİCK VE ŞİFRE ALMAK)



Flatcast' e üye olmak için, yani nick ve şifre almak için:

Eğer ki aldığınız nicke bir radyo açmayı düşünürseniz öyle bir nick alın ki, unisex olsun. Yani kadın ve erkek ikisi de kullanabilsin. "papatya"  diye nick alırsanız ve bu nicke radyo kurarsanız, dj leriniz erkek de olacak kadın da olacak normal olarak. Tamam kadın dj papatya nickiyle yayın yapması uygun, fakat erkek dj nin papatya olması biraz abes kaçacaktır :-) örnek olarak "bursa" nicki alabilirsiniz, mesela. Erkek dj de kullanabilir bu nicki, kadın dj de...

Ve nick olsun, şifre olsun, seçerken Türkçe karakter kullanmayınız. Yani, (ı, ö, ü, ğ, ş) gibi harfler Türkçe karakterdir. Bunları kullanmayınız, kabul etmez!

Flatcas'dan nick alırken rakam ve büyük- küçük harf kombinasyonlu şifre seçmelisiniz. Yoksa şifre kabul etmez. Mesela şifre yi 1Kezban5 yazarsanız, bakın burada 1 ve 5 rakam, K harfi büyük, ezban harfleri küçüktür. Bu örneğe göre bir şifre seçmelisiniz. Rakam, büyük harf ve küçük harflerden oluşacak şifre...Yoksa kabul etmez...
Continue Reading | yorum

Çıldırasıya Uzak

28 Aralık 2012 Cuma

Yıldızlardan söz ediyoruz. Günün birinde oralara gidecek kadar çılgın olabilecek miyiz? National Geographic, 125'inci yılında bu soruyu özel olarak ele alıyor.
 

Ntvmsnbc  28 Aralık. 2012 Cuma

Alabama, Huntsville’deki Marshall Uzay Uçuş  Merkezi’nin otoparkının kıyısında, türümüzün uzay  yolculuğu yapacağı inancının kaçınılmaz göründüğü zamanlardan bir kalıntı duruyor. Geleceğin,  Canaveral Burnu’nda yükselen roket kadar net ve görkemli göründüğü zamanları anlatan bir kalıntı bu.

NASA fizikçisi Les Johnson borular, yakıt püskürtücü kanatlar ve ısıl kalkanlardan oluşan 10 metre yüksekliğindeki düzeneğe bakarken, “Bu bir model değil,” diyor. “Bu gerçekten de bir nükleer roket motoru.” 

Bir zamanlar NASA, her birinde bu motorlardan üçer adet bulunan iki uzay gemisiyle bir düzine astronotu Mars’a göndermeyi önermişti. Marshall’ın müdürü Wernher von Braun bu planı Ağustos 1969’da, Satürn V roketi ilk astronotları Ay’a naklettikten sadece iki hafta sonra sunmuştu. Ve Mars’a gidiş tarihi olarak da 12 Kasım 1981’i işaret etmişti. Nükleer motorlar karadaki her türlü testten geçmişlerdi. Uçmaya hazırdılar.

Mars’a –gerçekleşmeyen– inişin 30 yıl sonrasında, nemli bir haziran sabahında, Johnson özlemle önümüzdeki 18 tonluk motora bakıyor. Uzay teknolojilerinde “ileri kavramların” uygulanabilirliğini değerlendiren küçük bir ekibin lideri Johnson. Ve evet, NERVA denilen bu eski nükleer motor, bu iş için uygun olabilir. “Mars’a insan göndereceksek, bunu tekrardan dikkate almamız lazım,” diyor Johnson: “Geleneksel bir roket için gereken sevk yakıtının sadece yarısı yeter o zaman.” NASA şimdilerde, 1973 yılında, Ay’a yapılan son insanlı inişten kısa bir süre sonra emekliye ayrılan Satürn V’in yerine geçecek geleneksel bir roket tasarlıyor. Yeni roketin nereye gideceği henüz kararlaştırılmamış. NERVA projesi de 1973 yılında, uçuş testi yapılmadan sonlandırılmış. O günden bu yana, uzay mekiği çağı boyunca, insanlar Dünya’nın 600 kilometre ötesine ulaşamadılar. Bütün bu bilgiler, sabah boyu Johnson’la tartıştığımız, “İnsanlar gelecekte bir gün yıldızlara gidecekler mi?” sorusunun biraz anlamsız olduğunu düşündürebilir...

Geçtiğimiz bahar, Johnson’la buluşmamızdan üç hafta önce, Los Angeles yakınlarındaki SpaceX adlı özel şirket, kendi roketlerinden birini kullanarak Uluslararası Uzay İstasyonu’na kenetlenen insansız bir kapsül fırlattı. SpaceX, uzay mekiğinin yerini alıp uzay istasyonunun nakliye gemisi olma yarışındaki diğer birkaç şirket arasında başı çekiyor. Bu olaydan bir ay önce de Google’dan Larry Page ve Eric Schmidt gibi milyarder yatırımcıların desteklediği Planetary Resources (Gezegen Kaynakları) adlı şirket, asteroitlerde değerli metal madenciliği yapmak üzere robotik uzay araçlarını kullanma planlarını açıklamıştı. Başlıca işkolu uzay turizmi olan Virgin Galactic şirketiyle çalışan Planetary Resources, bir–iki yıl içinde düşük Dünya yörüngesine hafif bir teleskop fırlatmaya hazırlanıyor. Şirket kurucularından Peter Diamandis, “2020 yılına geldiğimizde, ilk hedeflerimizi saptamış ve araştırmaya başlamış olmayı umuyoruz,” diyor. 

NASA’nın baş teknoloji uzmanı Mason Peck, “İleride dönüp baktığımızda, bu 10 yılı ticari uzay çağının doğduğu dönem olarak değerlendireceğiz,” diyor. “Bütün şirketler, uzayı bir pazarlama aracı haline getirmeye çalışıyor. Şu anda gördüğümüz enerji –ekonomik açıdan uzaya gitme arzusu– daha önce görmediğimiz bir şey.”

Keşif gezilerini tetikleyen hep ekonomi olmuş. Ortaçağ tüccarları Çin pazarlarına ulaşmak için İpek Yolu’nun tehlikelerini göze almış, 15. yüzyılda Portekiz karavelaları bilgiden çok altın ve baharat arayışıyla bilinen dünyanın sınırlarının ötesine yelken açmış. “Tarihsel olarak sınırları aşmanın ardındaki itici güç daima kaynak arayışı olmuştur,” diyor Diamandis. “Servet yapma hırsıyla kıyaslandığında, bilim ve merak pek de kuvvetli itici güçler sayılmaz. Uzayı gerçek anlamda açmanın tek yolu ekonomik motor yaratmak; bu motor da kaynak yaratma çalışmaları olacak.”


Şirketin diğer kurucusu Eric Anderson ile birlikte göz koydukları kaynaklardan biri, Dünya’da çok nadir olan ve gramı 55 dolara satılan platin. Robotları, sıfıra yakın yerçekiminde asteroitlerden cevher çıkarıp saflaştırmak veya bir asteroidi Dünya’nın daha yakınına çekmek için bir milyon küsur kilometre uzağa göndermek, henüz mevcut olmayan teknolojileri gerektirecek. Nisan ayındaki basın toplantısında Anderson, “Başarısız olma olasılığımız yüksek,” demişti. “Ama biz bunu denemenin ve uzay adına bir fark yaratmanın önemli olduğuna inanıyoruz. Çok para kazanmayı da umuyoruz tabii.”

PayPal, Tesla Motors ve SpaceX şirketlerinin 41 yaşındaki kurucusu Elon Musk şimdiden çok para yapmış olan biri ve servetinin büyük bir bölümünü, kendi uzay programına yatırıyor. SpaceX’in geliştirmekte olduğu Falcon Heavy adlı yeni roketin, uzay mekiğinin taşıdığı yükün iki katını, eski fiyatın yaklaşık beşte birine taşıyabileceğini söylüyor. Musk’ın amacı, tamamen yeniden kullanılabilir ilk roketleri geliştirerek fırlatma maliyetini 50 veya 100 oranında düşürüp kilo başına 20–45 dolara indirmek. “Bu, olağanüstü zor ve çoğu insana göre imkânsız, ama bana göre değil,” diyor Musk. “Uçakların her bir uçuştan sonra atılması gerekseydi, kimse uçmazdı.”

Musk için bütün bunların hepsi çok daha büyük bir planın, Mars’ta daimi bir koloni kurma planının bir parçası. Sonuncusu Curiosity olmak üzere insansız uzay araçlarıyla Mars’ta muazzam başarılara imza atan NASA, insanlı uzay uçuşunu sürekli olarak erteliyor. Musk, SpaceX’in 20 yıl içinde Mars’a astronot indirebileceğini ve izleyen onyıllarda da bunu sürdürebileceğini düşünüyor.

“Mars’a küçük bir uçuş düzenlemek değil bize asıl gereken,” diyor. “Bize gereken, milyonlarca insanı ve milyonlarca metreküp donanımı Mars’a götürüp orayı kendini idame ettiren bir uygarlık haline getirmek. Bu, insanlığın bugüne kadar yaptığı en zor şey olacak ve gerçekleştirilebileceği asla kesin değil.

“Mesele, Dünya’dan kaçmak değil, bunu vurgulamak isterim. Mesele, yaşamı çok gezegenli bir hale getirmek. Mesele, oralara gidip yıldızları araştırmak...”

*Tim Folger'ın yazdığı, Stephan Martiniere imzalı fotoğrafların yer aldığı ‘Çıldırasıya Uzak’ adlı yazıyı National Geographic Türkiye’nin bu ayki sayısında okuyabilirsiniz.

Continue Reading | yorum

Religulous: Kapanış

23 Aralık 2012 Pazar

Religulous: Kapanış


Dindeki ironi, gücünden dolayı, kıyamet gününü bekleyen insanları bizzat dünyanın sonunu getirecek işlere yönlendirmesidir. Acı gerçekse, insanoğlunun yaşaması için dinlerin ölmesi gerektiğidir.

Din adamları ve pusulası din olan devlet adamları tarafından alınmış hayati kararların neticesini görecek kadar zamanımız olmayabilir...

İnanç, düşünmemenin fazilet sanılmasıdır. Övünülecek bir şey değildir. İnsanlara inanç telkin edenler, dini mevcut kılanlar ve yüceltenler, işte onlar bizim entelektüel köle tacirlerimizdir. Fantezileri ve safsatalarıyla insanoğlunun aklını esir tutup, arka planda yaptıkları tahribatları haklı çıkarırlar.

Din tehlikelidir, çünkü tüm cevapları bilmeyen insanların her şeyi bildiklerini zannetmesini sağlar. Koşulsuz teslimiyetin, "Tanrım benden ne yapmamı istersen yaparım" demenin büyük bir erdem olduğu zannedilir. Acı gerçekse bu insanlarla konuşan bir Tanrı'nın olmamasıdır. İşte bu yokluk, başka insanlar tarafından kendi fesatlıklarıyla ve kişisel hedefleriyle doldurulur.

Size her şeyi bildiğini söyleyenler, ölümden sonrasını anlatanlar hakkında... Size söz veriyorum, bilmiyorlar. Neden mi bu kadar eminim? Çünkü ben de bilmiyorum ve onlarda benim sahip olmadığım özel zihinsel güçler yok. Büyük sorular karşısında insanoğlu için en uygun davranış, dinin kendine has özelliği olan kibirli bir katiyet değil, şüphedir. Şüphe mütevazidir, insanoğlunun da öyle olması gerekir. Zira insanlık tarihi insanların yanılgılarıyla doludur.

İşte bu yüzden rasyonel insanların, dinsizlerin, ürkekliklerine son verip kabuklarından çıkma ve kendilerini savunmaları gerekiyor. Kendilerini ılımlı dindar olarak kabul edenlerin ise aynaya bakıp, dinin kendilerine sağladığı teselli ve rahatlığın beraberinde getirdiği bedelinin çok ağır olduğunu görmeleri gerekiyor.

Eğer bir siyasi partiye veya bir kulübe üye olsaydınız ve buradaki bağnazlık, kadın düşmanlığı, homofobi, şiddet ve cahillik din olarak sıkı sıkıya bağlı olduğunuz şeyler kadar olsaydı, o kulüpten hemen ayrılırdınız. Aksini yapmak bu suçlara göz yummak, yataklık etmek olurdu. İşte dini aşırıcılık da gücünü ve meşruluğunu kendisine sorgusuz inanan milyarlarca yandaşından almaktadır.

Eğer dünya gerçekten sona erecekse veya din odaklı küresel bir nükleer savaş sonrası yıkıntılar arasında geleceğe topallayarak gideceksek; o zaman bari gerçek problemin ne olduğunu hatırlayalım: Biz, zihinsel gelişimimizi tamamlayıp akli dengemizi bulamadan, kitle imha silahlarını bulmuştuk! İşte durum bu... Büyü, ya da öl...

Religulous (2008) Bill Maher

Continue Reading | yorum

Gelmiş geçmiş en büyük palavra: DİN

21 Aralık 2012 Cuma

Gelmiş geçmiş en büyük palavra: DİN


Eğer tüm palavraları düşünürsek; yani sadece bir kısmını değil şimdiye kadar anlatılmış tüm saçmalıkları, tüm palavraları düşünürsek kesinlikle en büyük palavra Dindir.

Çünkü Din insanları gerçekten kendine inandırmış ve ikna etmiştir. Orada görünmez bir adam var, gökte yaşıyor, her gün ve her an yaptığınız her şeyi izliyor.

Ve bu görünmez adamın bir listesi var, yapmanızı istemediği şeyler. Ve eğer bu 10 şeyden herhangi birini yaparsanız sizi atacak bir yeri var. Ateşle dumanla işkenceyle dolu bir yer ve sizi yanmanız, bağırmanız, çığlık atmanız, ağlamanız için sonsuza dek oraya gönderir... Ama o sizi yine de sever!
Sizi sever ve onun tabiî ki paraya ihtiyacı vardır!

O çok bilgedir, her şeyi bilir, her şeyi vardır ama paraya bir türlü dayanamaz! Din insanlardan milyonlarca dolar alır, din adamları vergi ödemezler, ve hep biraz daha fazlasını isterler… Alın size çok sıkı bir palavra Kutsal Saçmalık!

Bakın size gerçek duygularımı söylüyorum, ben tanrıya inanmaya gerçekten çalıştım. Orada olduğuna bizi koruyup kolladığına ama bakın ne kadar uzun yaşarsanız çevrenizi o kadar çok gözlemliyorsunuz ve görüyorsunuz bir şeyler s…ilmiş durumda! Burada bir şeyler yanlış gidiyor : Savaşlar, hastalıklar, ölüm, açlık, aç gözlülük, güç yarışları, işkence, suç, yolsuzluk.. Bir şeyler kesinlikle ters gidiyor. Gördüğünüz gibi bu iyi yapılmış bir iş değil.

Eğer bu tanrının elinden gelenin en iyisi ise açıkçası ben hiç mi hiç etkilenmedim. Bunlar en yüksek mertebedeki birinin özgeçmişinde yazmaması gereken şeyler. Bu gibi şeyleri ofiste çalışan berbat bir işçiden beklersiniz ama Tanrıdan asla. Eğer sadece sizin ve benim olduğumuz bir evren olsaydı bu adam kıçına tekmeyi yemişti. Sürekli bu adam diyorum çünkü dünyaya bakarsanız tanrının bir kadın olamayacağını görürsünüz. Çünkü hiç bir kadın işleri bu kadar boka batıramaz! Eğer tanrı gerçekten varsa, yani belki, eğer gerçekten varsa tüm aklı selim insanlar bana katılacaktır, dünya onun hiiiç mi hiç umurunda değildir! Ki ben kişisel olarak buna saygı duyarım, bu durum tüm bu gerçekleşen felaketleri gayet iyi açıklar.

Ben yobaz olmamak için, böyle körü körüne, amaçsızca ve düşünmeden tüm bu şeylerin özgüvensiz bir baba figürünün, üstelik dünyayı hiç takmayan bir baba figürünün elinde olduğuna inanlardan olmak istemediğim için düşündüm… Çevremi incelemeye başladım ve tapacak başka bir şeyler aradım, tamamen güvenebileceğim bir şey… Ve o an, aniden Güneş’i düşündüm! Bir gecede, Güneş’e tapan biri oldum. Tabi o gecede değil, güneşi gece göremezsiniz, ama o sabah ilk iş ben bir güneşe tapan oldum.

Bunun için bir kaç nedenim var. Öncelikle Güneş’i görebilirsiniz. Yani diğer tanrılar gibi değildir, Güneş’i gerçekten görebilirsiniz. Eh haliyle bir şeyi görmek bendeki güvenilirliğini baya bir arttırıyor. Her gün güneşi görüyorum ve o bana ihtiyacım olan her şeyi veriyor: ısı, ışık, yemek, çiçekler, ayrıca bir de cilt kanseri, ama bir de şu yönden düşünün ; en azından biz insanları sadece bizimle aynı fikirde değiller diye bir yere atıp, yakmıyoruz!

Güneşe tapmak aslında gerçekten basit bir şeydir. Gizemler yok, mucizeler yok, kimse sizden para falan istemez, şarkılar ezberlemeniz gerekmez, ve haftada bir toplanıp kıyafetlerimizi yarıştırdığımız kutsal binalarımız yoktur. Ve en iyi yanı nedir biliyor musunuz? Güneş size hiç bir zaman kötü biri olduğunuzu, kurtarılmanız gerektiğini falan söylemez, bana her zaman iyi davranır. Sonuç olarak ben Güneş’e tapıyorum! Ama ona dua etmiyorum. Neden mi? Çünkü arkadaşlığımızda haddimi aşmak istemiyorum, bu hiç kibar bir şey değil. Düşünsenize her gün tanrıya milyonlarca dua ediliyor, şunu yap bunu yap, yeni bir arabaya ihtiyacım var, daha iyi bir işim olsun, ve bu duaların çoğu pazar günü ediliyor, tatil gününde! Bu hiç hoş değil, bir arkadaşa yapılmaması gereken bir şey. Ama insanlar gerçekten çok fazla dua ediyor, bir çok şey için… Mesela eğer erkek kardeşi alışveriş merkezine sıçtıysa ve hapisteyse, eğer kız kardeşi bir estetik operasyon geçirdiyse, en çok da hep gittiği mağazadaki kızıl saçlı kızı becerebilmek için dua ediyor.

Bence bunların hepsi normal, tabii ki dua edeceksiniz, edin, ama kutsal plan ne olacak? Bundan yıllar önce tanrı kutsal bir plan hazırladı. Üstünde çok düşündü, iyi bir plan olduğuna karar verdi ve bunu uygulamaya soktu. Milyonlarca yıldır bu kutsal planda her şey yolunda gidiyordu. Ve bir anda siz bir şey için dua ediyorsunuz, tanrının kutsal planında olmayan bir şey için, ondan ne yapmasını bekliyorsunuz ki? Kutsal planı değiştirmesini mi? Sadece sizin için? Bu sizce de biraz küstahça görünmüyor mu? Peki eğer dualarınız kabul olmuyorsa bu sefer ne yapıyorsunuz, “tanrının işine karışılmaz, demek ki tanrı böyle uygun görmüş”. E peki böyle diyeceksen ne bok yemeye ilk başta dua ettin ki? Amma büyük zaman kaybı. Yani dua etme kısmını atayarak direk onun istediğinin olması kısmına geçmek daha mantıklı değil mi?

Dediğim gibi ben Güneş’e tapıyorum ama ona dua etmiyorum, peki kime mi ediyorum: Joe Pesci’ye. Öncelikle bence Joe gayet iyi bir aktör, ikinci olarak da bence o tam bir iş bitirici. Yıllardır tanrıya dua ediyorum komşumun havlayan köpeğiyle ilgili bir şey yapması için ve bir gün Joe geldi ve o pisliği bir ziyaretle halletti. İnsanın basit bir beysbol sopasıyla neler yapabileceği gerçekten inanılmaz. Ben de yaklaşık bir yıldır Joe’ya dua ediyorum. Ve fark ettim ki tanrıya ettiğim tüm dualar ve Joe’ya ettiğim tüm dualar neredeyse aynı şekilde cevaplanıyor. Yüzde 50’sinde istediğim oluyor, yüzde 50’sinde olmuyor. Tanrıyla aynı.. Yüzde 50. 4 yapraklı yoncayla, at nalıyla, size geleceği söyleyen falcı kadınlarla aynı… Yani inandığınız saçmalığı seçin, arkanıza yaslanın ve bir dilek tutun.

İncili okumuş ve kutsal hikayeler aramış olanlarınız için bir kaç hikayem daha var. Size önereceğim 3 domuz hikayesi var gerçekten güzeldir. Çok hoş mutlu bir sonu var eminim hoşunuza gider. Aa tabi bir de kırmızı başlıklı kız var, gerçi onun bir kötü kısmı var kurdun büyükanneyi yediği kısım, gerçi benim pek umurumda olamamıştı ama neyse. Tabi benim en çok sevdiğimse Humpty Dumpty. Askerler onu tekrar bir araya getirememişti, çünkü humpty dumpty aslında yoktu, aynı tanrı gibi. Tanrı da aslında yok. Bakın: Eğer tanrı varsa buradaki tüm insanlar çarpılsın ve ölsün. Gördünüz mü, hiç bir şey olmadı, herkes iyi. Tekrar deneyelim. Tanrı eğer gerçekten varsa beni çarpsın.... Bakın, hiç bir şey olmadı. Ah bir saniye bacağıma bir ağrı girdi, ve testislerim acıyor üstelik de kör oldum. Oh tamam şimdi düzeldim. Bu Joe Pesci'ydi sanırım! Tanrı Joe Pesci’yi korusun. Geldiğiniz için teşekkürler...


George Carlin, Amerikalı aktör, yazar ve komedyen. Bu metin bir gösterisindeki konuşmasından alınmıştır.


Continue Reading | yorum

23 Aralık 1930…



Cumhuriyet Şehidi Kubilay Asteğmeni Saygıyla Anıyoruz!

Bağımsızlık Savaşı… Yunan İzmir’i işgal etmiş, Anadolu kan ağlamaktadır. Kuvvacı çeteciler köylüyü uyandırmak ve düşmana karşı bir milli birlik ve/veya bugünkü söylemiyle “Birleşik Cephe” oluşturmak için dağ, bayır dolaşmaktadır. İşleri oldukça zordur.”Ulus Dağı”nda milli ateşi yakmak ve büyütmek gerekmektedir.

” Parti Pehlivan‘ın vatan savunması ve gavura karşı direnmek için yaptığı davete köylülerin verdiği cevap son derece ilginçtir.
“İyi, emme biz bir şey yapamayız, Sümbüller Köyü’nde bir şıhımız var. Ona sorun.”
Parti Pehlivan ve yanındakiler Sümbüller köyüne varırlar. Köylüler meydanda toplanmışlardır. Şıhları da gelir. Saçı sakalı birbirine karışmış, kir pas içinde bir meczup. Giritli Derviş Mehmet!…
Parti Pehlivan “Yunan gavuru İzmir’i, Menemen’i vurdu, buraya da ha geldi, ha gelecekler… EZAN sustu. ÇAN sesleri ayyuka çıktı. mala, ırza, cana tecavüz ediyorlar. Gelin, gavura karşı duralım.”
Derviş Mehmet, kendini bir şey zanneden, adam sayanların edasıyla diklenir ve şu cevabı verir.
“Ben Yunt Dağı’na kadar bu köylerin tarikat Şeyh’yim, bizim tarikatımız kurşun atmayacak… Mehdi gelmeden caiz değildir.”

Derviş Mehmet işbirlikçidir. Onun ve onun gibilerin elindeki silah düşmana kurşun atmaz ve atmayacaktır da.. Dün veya bugün onlar için asla fark etmez. Onlar Türk’ün esaretine de egemenliğin paylaşılmasına da rıza gösterirler. Önemli olan sadece ve sadece kendi çıkarlarıdır.

Bu Olaydan Çok Değil, Tam On Yıl Sonra Derviş Mehmet Gene YUNT DAĞI‘nda Çöreklenmiştir…

Köyler aynı..Dağlar aynı.. Meczup aynı…Dün Yunan gavurunun kuyruğuna yapışan Derviş Mehmet, esrarın yok ettiği beyniyle İngilizlerin uşaklığına soyunmuştur. Zamanın emperyal efendisi İngilizler, esrarkeş dervişi ve altı adamını atlarının kuyruğuna bağlamış, Cumhuriyet’e karşı isyana teşvik etmişlerdir. Derviş Mehmet’in kirli elleriyle Türk milletine bir suikast hazırlanmaktadır.

İngiliz efendilerinin yardımı ile kendini “MEHDİ” ilan eden Derviş Mehmet ipsiz, sapsız 107 kişinin katılımıyla bir teşkilat kurmuştur. Nakşibendi Tarikatı müridi Yunan devşirmesi Manisa Mutasarrıfı Hüsnüyadis‘in kardeş çocuğu Derviş Mehmet Menemen’e saldıracak ve hakimiyeti ele geçirecektir. Senaryo böyle yazılmış, baş aktörlüğe de bir meczup seçilmiştir.
Giritli Derviş Mehmet ve arkadaşları Manisa’dan hareket ederek önce Paşa Köyü’ne giderler, silahlanarak yola çıkarlar. Menemen’i basmak için en elverişli konum olan Sümbüller ve Bozalan köylerine gelirler.

Sümbüller Köyü… Derviş Mehmet’in ikinci hanımın yaşadığı köydür. 23 Aralık 1930…
“Biz Nakşî’yiz, şeriat isterük”
“Menemen’de din elden gitti”
“Ey ahali, gavura(!) karşı ayaklanın.”

Menemen’de minarelerden ezan sesi yükselmektedir. Her kes ibadetini yapmakta, çanların sesi susturulmuş, Haçlı ordusu kovulmuştur.

Olsun, İngiliz efendilerinin beslemeleri Cumhuriyet’e karşı ayaklanmalı, emperyal patronun artıkları ile yemlenmelidirler.

Derviş Mehmet ve hempaları esrarın bulandırdığı kafalarıyla Devlet’e karşı ayaklanmışlar, “DİN” silahını kullanarak halkı kandırmışlardır. Menemen’deki ahali bu çapulculara destek vermiştir. Öyle ya Derviş Mehmet “MEHDİ’dir ve ona kurşun işlemeyecektir.”

Yirmi dört yaşında bir yiğit, gerçek mesleği öğretmenlik olan Asteğmen Hasan Fehmi Kubilay, on kişilik bir asker gücü ile Derviş Mehmet’i durdurmak ister. Askerin silahında gerçek kurşun yoktur. Kuru sıkıdır kurşunları. Kubilay silahsızdır. Ölümü göze almış emperyalizmin uşağı bu gerici, karşı devrimci güruha karşı vatan savunması yapmak azim ve kararındadır.

Kazıklı Voyvada’nın kopyası meczup deli, Kubilay’ı öldürmüş ve başını kör bağ bıçağı ile keserek bir sopanın ucuna takarak dolaştırmıştır. Vatan savunmasında Kubila’ın yanında saf tutan bir bekçi de şehit edilmiştir.

Askerlerin Menemen’e sevki ile isyan bastırılmış ve tüm suçlular idam edilmiştir. Raporlara bu isyan“GERİCİ BİR KIYAM” olarak geçirilmiştir.

Atatürk’ün bu olaylar karşısındaki tepki ve üzüntüsü tek bir cümle ile ifade edilmiştir.

“Menemen’i yakın.”

VE ŞİMDİ!…

1965 yılında ise Manisa merkezde, Hukuk Fakültesi mezunu 1948 doğumlu bir kişi “DERVİŞ MEHMET”in torunu olduğunu söyleyerek övünmektedir. Derviş Mehmet’in torunu olan bu zat-ı muhterem(!), siyaset sahnesinde boy gösterecek, bazen küfrederek, bazen de salya sümük ağlayarak, Türkiye’nin geleceğine meczup dedesinin Cumhuriyet’le olan kavgasını devam ettirmek çabasındadır. Bu zat, evet, Başbakan Yardımcısı Bülent ARINÇTIR. Kubilay’ ın kafasını kesen Yobaz Derviş Mehmet’in torunu!







Continue Reading | yorum

21 – 12 – 2012 KIYAMET KOPMADI!


NASA’ DAN CANLI YAYIN!

Nasa 21 Aralık 21 Aralık günü uzaydan canlı yayına başladı.

Dünyanın son durumunu buradan izleyebilirsiniz….

Continue Reading | yorum

21 Aralık'ta ne olacak?

20 Aralık 2012 Perşembe



6 GÜN SENARYOSU

Sanal medyada 21 Aralık'a yönelik en çok konuşulan senaryo bu 6 gün senaryosu. Japonya prensesinin de açıklamasında benzer bir tahmin yer alıyordu. Prenses dünyanın 3 gün 3 gece karanlıkta kalacağını söylüyordu.

İşte sanal alemde hayli popüler olan bu 6 gün senaryosu da prensesin sözlerinin bilimsel temellere dayandırılmış hali. 
İDDİA ŞÖYLE;

Şu an itibariyle Dünyamızın manyetik alanı 200 km kaymış, Dünya’mızın nabız atışı olarak kabul edilen manyetik frekans (Schumann Rezonansı) da 8,1 den 12,1 yükselmiş, yükselmeğe devam etmektedir.

Dünyamızın nabız atışı 13’e gelince Dünyamız ve güneş sistemimiz saatte 208800 km süratle foton kuşağına girecektir.

FOTON KUŞAĞI NE?

Foton kuşağı simit gibi bir daire... Çapı 2000 ışık yılı olan dev bir gök fenomeni.. Yüksek frekansta ve buna bağlı ölçekte çok yüksek enerjide fotonlardan oluşan ışık kümesidir.

Foton Kuşağı’na Dünya’mız güneş ve ay’dan sonra gireceğinden 6 gün boyunca karanlıkta kalacaktır...

Peki bu 6 gün boyunca neler olacak. Bunu da şöyle anlatıyorlar;

BİRİNCİ GÜN:

Dünya 21 Aralık 2012’de kör bölgeye giriş yapacak. Bu girişle birlikte, tüm canlıların beden tipi değişecek.

Hiçbir elektrikli aygıt çalışmayacak. Elektromanyetik dalganın etkisinde kalacak.

O gün tam karanlık hüküm sürecek.

Yıldızlar görünmez olacak.


İKİNCİ GÜN YAŞANACAKLAR :

Dünyanın atmosfer basıncı düşecek.

Atmosfer basıncı düşünce de herkesin kendisini şişmiş gibi hissetmesine sebep olacak.

Güneş’in yeterli ısıtamaması sebebiyle dünya hızla soğuyacak. Buzul soğukları görülmeye başlanacak.

 ÜÇÜNCÜ VE DÖRDÜNCÜ GÜN ;

Atmosfer şafak vakti gibi sönük bir ışıkla aydınlanmaya başlayacak.

O gün foton etkisi de başlamış olacak.

Foton enerjili aygıtlar çalışabilir hale gelecek.

Yıldızlar yeniden gökyüzünde belirecek.

BEŞİNCİ VE ALTINCI GÜN;

24 saatlik gündüz devresine giriş yaşanacak. 

Kör bölgeden çıkıp ana Foton kuşağına giriş olacak.

Tüm canlıların güçlenip, zindeleşecek. 
Dünya iklimi ısınmaya başlayacak.

SONRASINDA NE OLACAK?

Senaryoya göre 21 Aralık'ta başlayıp 6 gün sürecek bu sürecin sonucunda insanoğlu büyük bir değişim yaşayacak.

İnsanlar artık telepati ile anlaşmaya başlayacak.

Telekinezi gibi psişik yetenekler ortaya çıkacak.

Ancak insanoğlunun bu özel sürece geçişi 6 günlük o karanlık dönemden sağ çıkmasına bağlı. Zira o 6 günde dünya sadece karanlıkta kalmayacak, aynı zamanda depremler, su baskınları, volkan patlamaları ve salgın hastalıklara maruz kalacak. 

İNSANOĞLU OLAĞANÜSTÜ YETENEKLİ OLACAK

6 gün karanlıktan sonra Dünyada, kendiliğinden ozan deliği onarılacak ve tüm yaşam 3.boyuttan 5. boyuta geçecek.

İnsanlar 2 sarmallı DNA’ları ikişerli olarak bir araya gelerek 12 sarmallı bir DNA’ya sahip olacaklar. Bu olay sırasında tüm insanların CHAKRA’ları açılacak, duyguları ve algılamaları artacak.

ZİHNİNİ OKUYACAK

Herkes bir birinin düşüncelerini okuyacak. Bu durum önceleri bir kaosa neden olacak.

İnsanlarda hiç bir hastalık kalmayacak.

Kendilerini ve birbirlerini tedavi edebilecekler…

Fiziksel olarak 2000 yıl sürecek olan bu olay sonrasında foton kuşağı güneş sistemimizi terk edecek.

YA OLURSA?

Elbette bunların hepsi birer senaryo... Ezoterik bilgilerle süslenen bu senaryolar bilim dünyası tarafından kabul görmüyor.

Anlatılan bu 6 gün senaryosu içinde gerçek olan evrende bir foton kuşağı olduğu bilgisi. Geriye kalan herşey ise Maya kehanetleri ile harmanlanmış efsaneler...

"Ya olursa" diyenlerin de kapıldığı bu 6 gün senaryosu gerçekleşir mi yoksa 2012 senaryoları gibi bu da mı safsata çıkacak çok az bir süre sonra göreceğiz. 
Continue Reading | yorum

YARIN 21 ARALIK 2012...

MAYA KEHANETİNE SAATLER KALA;


Maya Takvimi'nin uzun sayım süreçlerinden birinin sona ereceği 21 Aralık tarihine sayılı saatler kala, bütün dünyada kıyamet için geri sayım başladı. Kehanete inananlara göre kıyamet yarın TSİ 13.11'de kopacak.

21 Aralık'a saatler kala kıyamet ile ilgili senaryolar artmaya başladı. Bir aydır kıyamet günüyle yatıyoruz kalkıyoruz. Son kehanet ise kıyamet saati. Kehanete göre kıyamet yarın 13:11'de kopacak. Bunu düşünürsek şu an itibariyle kıyametin kopmasına 24 saatten daha az zaman kaldı.

İNTERNETHABER SON DAKİKA


‘Belirsizlik insanları endişeye sürükledi’

21 Aralık kehanetinin neden olduğu endişeyi ve beklentileri, uzman psikolog Nuray Sarp yorumladı. Sarp, dünya genelinde yaşanan geleceğe yönelik ‘belirsizliğin’, kaygı ve endişeye sürüklenmeye yol açtığını belirtti.

Medyada, arkadaş sohbetlerinde sıkça konuşulan herkesin hakkında söyleyecek bir şeyi olan felaket senaryolarına göre; 21 Aralık 2012 günü kıyamet kopacak ve teknik ekipmanlar, haberleşme araçları çalışmayacak, uçaklar havalanmayacak, uzaylılar dünyaya gelecek, tam 3 gün boyunca hava kararacak ve birçok insan bu süre içerisinde hayatını kaybedecek. Pekala insanoğlu kıyamet senaryosuna neden böyle körü körüne inandı? Ruh halimizi Uzman Klinik Psikolog Nuray Sarp, kehanetin yaklaştığı günlerde insanlara hakim olan ruh halini yorumladı.

Dünya böyle bir felaket senaryosuna neden kolayca inandı? Yeni dünyada insanlar kendilerini her şeye kolayca nasıl inandırabiliyor?

Dünya böyle bir felaket senaryosuna gerçekten hemen inandı mı yoksa bunlar sadece “Garantiye almak için yapılan çabalar mı?” diye de sorulabilir bence bu soru. Yıllar ilerledikçe daha çok stres faktörüyle daha çok belirsizlikle başa çıkmak zorunda kaldık. Şu an yaşadığımız dünya kaotik denebilecek seviyede belirsiz ve belirsizlik artıkça bu belirsizlikle başa çıkmak için kullandığımız davranışlar bizi bir yerlere götürür oldu. Bu davranışlar neler olabilir?

Belirsizlik, temel kaygı kaynağıdır. Kaygılarımız arttıkça kendimizi güvende hissetmek için davranışlar geliştiririz. Bunlar aşırı garanticilikten boşvermişliğe kadar uzanan bir skalada sıralanabilir.
Ya varsa ...
Ya kıyamet koparsa ...
Ya ölürsek ...
… gibi kaygı içerikli cümle yapılarına bazılarımız, davranışsal çözümler buldu, gitti Şirince’de yer ayırttı. Bazıları da "Yapacak bir şey yok" dedi, teslim oldu. Önemli olan noktya şu; kaç kişi bu düşünce yapısının rasyonelliğini sorguladı? Yoksa el yordamıyla devam edip 22 Aralık sabahında görürüz deyip erteledi mi?

Kaygı içerikli cümleler her zaman bizi kapana kıstırır. Eğer bu düşünceyi sorgulayarak kendi inancınıza göre cevaplar verdiyseniz ve kıyamet Şirince’de kopmayacak gidiyorum dediyseniz buna denilecek fazla bir şey yok ama garanti olsun, nolur nolmaz dediyseniz, bu düşünce sadece kıyamet konusunda mı böyle yoksa siz hep böyle mi yaparsınız buna dikkat edin.

İnsanlar hayatlarından kıyameti bekleyecek kadar mutsuzlar mı? Toplum neden kıyamet gelsin de kurtulalım diyecek kadar gelecekten umutsuz?

İnsanlar yüzyıllardır dışarıdan bir kurtarıcı beklemiştir. Bunu her dinde her toplumda görmek mümkün. Bunun nedeni saf mutsuzluktur demek çok zor. Bu, kendini değiştirmek ve hayatını değiştirmek için sorumluluk almamakla daha yakından ilişkili görünüyor. “Biri gelsin, sihirli değnek değdirsin ve hayatım değişsin”, “Kıyamet kopsun ve her şey değişsin” değişim düşünceleri hep ön planda.

Ölümü, hiç bir canlı eğer patalojik bir durum yoksa istemez. Bütün mekanizmalarımız hayatta kalma üzerine programlıdır. Ölüm anksiyetesi çok ciddi varoluşsal bir anksiyetedir. O yüzden bu söylemler o günlük yaşanılan problemleri ertelemek için veya kendini teskin etmek için kişilerin kullandığı söylemler olarak görülüyor. Dikkat edilecek bir nokta belki de şu: Kıyamet gelsin de KURTULALIM diye kurulan cümle kıyamet gelsin de ÖLELİM diye kurulmuyor. Burada kişinin algısının dertlerle başa çıkma ve kurtulmak için bir güce ihtiyacı olduğu yönünde.

Kendini rasyonel olarak ifade eden insanların bile kıyamet senaryosu karşısında akıllarında soru işaretlerinin oluşmasının nedeni nedir?

Gelecek ile ilgili merak bizim için çok motivasyoneldir. İleriye yönelik ümidimiz olduğunu gösterir. Gelecekte neler olacağına yönelik tahminlerimiz, bugünkü bakış açımızla şekillenir ve aslında bugünkü zamanımızı şekillendirir. Gerçekçi bir kişi ihtimallere açıktır ve bunları da düşünür bu gayet sağlıklı bir düşünce yapısıdır. Katı olmak, körü körüne her şeyi reddetmek veya hemen kabul etmek bakış açınızı daraltır ve başa çıkamamanıza sebep olur. Aslında ruhsal bozukluklara baktığımız zaman düşünce yapısındaki bu aşırılıklar göze çarpar.
Tabii burada rasyonel kelimesini iyi incelemek gerekir. Rasyonalizasyon ya da mantığa bürüme bazı korku ve kaygılardan kaçmak için bazı kişilerin başvurduğu bir yöntemdir. Kişinin sürekli olayları veya düşüncelerini rasyonelizasyon kullanıp açıklamaya çalışması bize çoğu zaman maskelediği duyguların olduğunu söyler.

Kıyametin kopacağı gün için şimdiden yiyecek depolayan, kendilerine bulundukları yerden uzaklaşmalarına yardımcı olacak kaçış planları hazırlayan, o günkü seyahat planlarını/önemli işlerini iptal eden insanların verdiği tepkiler normal mi?

Bu sorunun cevabını aslında biraz yukarıda açıkladım, ancak tekrar şunu vurgulamakta yarar var: Bütün bunlar kişi bazında değerlendirilmelidir. Scientology tarikatının inançlarına mensup bir kişiyi bunları yapıyor diye yargılayamazsınız, bu sizin kendi inancınızla başkasını yargılamanızdan öte gitmez ve anlamsızdır. Kişinin kaygıları aşırı seviyede ise ve bunları yapıyorsa tekrar değerlendirmek gerekir. Ne yazıkki normal anormal tartışması psikoloji ve psikiyatri dünyasında süregelen ve çözülmemiş bir tartışmadır, o nedenle hala kişiye zarar verip vermediğine, işlevselliğine bakarak karar vermeyi uygun buluyoruz.

NTVMSNBC 

 

Continue Reading | yorum

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?

10 Aralık 2012 Pazartesi

Bunları;

Türklerin tarihte en büyük vahşet ve katliamı Araplardan gördüğünü, Emevi Arapların Türkleri kılıç zoruyla Müslüman yapmak için 70 yıl boyunca savaştığını, 100.000’in üzerinde Türk’ün kesilerek ağaçlara asıldığını, onbinlerce kız çocuğun cariye, erkek çocuğun köle yapıldığını,

Kutsal kitap olarak inanılan Kur’an, İncil, Tevrat ve Zebur’un hiçbirinin orijinalinin olmadığını,

İstanbul’un fethinin sembollerinden Ulubatlı Hasan’ın uydurma olduğunu,

Gemilerin karadan yürütülerek Haliç’e sokulduğu efsanesinin hiçbir kanıtının olmadığını,

Osmanlı padişahları içinde içki içmeyen padişahın bilinmediğini,

Osmanlı İmparatorluğunda padişah analarının tamamına yakınının Türk olmadığını,

Osmanlı padişahlarının hiç birinin Hacca gitmediğini,

Hiçbir Osmanlı padişahının kayın pederi olmadığını,

Kanuni' den bu yana ki padişahların resmi nikahlı olmadıklarını,

Hezarfen Ahmet Çelebi, Mimar Sinan, gibi bilim adamlarının yabancı asıllı devşirmeler olduklarını,

İngilizlerin 1835 yılında Osmanlı' ya ültimatom vererek köleliği kaldırttığını,

Biliyor muydunuz?
Continue Reading | yorum

FLATCAST TEMA

FLATCAST TEMA



Flatcast radyolar için tema. Linkten indirin. Rar dosya içinde Fcp ve Resim olarak her iki şekilde de mevcuttur. Dileyen Fp, dileyen resim olarak kullanabilir!

DOWNLOAD

Continue Reading | yorum

Kıyamet kopmayacak ama inanılmaz şeyler olabilir

9 Aralık 2012 Pazar

Kıyamet kopmayacak ama inanılmaz şeyler olabilir

Günlerdir kıyametle yatıp kıyametle kalkıyoruz.
Aslına bakarsanız “kıyamet kopacak” lafı safsatadan ibaret.
Çünkü ister Maya takvimi deyin, ister Marduk gezegeninin geldiğine inanın, tarihsel verilere de bakınca 21 Aralık’ta söz konusu olan “kıyametin kopması” değil ama “kıyamet gibi günlerin başlayacağı” gerçeği.
Bir tür Nuh Tufanı ya da başka din ve kültürlerde sözü edilen kıyamet gibi günler.
Olay Sümer Medeniyeti’ni ve Maya Kültürü’nü yakından izleyenlerin, araştıranların bulgularına dayanıyor.
Maya kavmi, dünyanın gizemli ırklarından biri. Onbinlerce yıl önce Güney Amerika’da yaşamışlar.
O tarihlerde Avrupa ve Asya’da bir Kristof Kolomb ortaya çıkmadığı için buralarda yaşayanların pek haberi yok.
Ama ilginçtir, birbirlerinden habersiz yaşamalarına rağmen örneğin Mayalarla Mısırlıların, Sümerlerin gökle ilgili bilgi ve bulguları neredeyse birbirinin tıpatıp aynı.
Mayalar da tıpkı Mısırlılar gibi piramit şeklinde anıtlar inşa etmişler. Herşeyi gökten beklemişler. Sanki dünyaya düşmüşler de kurtarılmayı bekliyorlar gibi dini tören ve ayinleri var.
İşte şimdi sadece bina kalıntıları ve bazı yazıtları günümüze kadar ulaşan Mayalar gökyüzü hareketlerini izleyerek bir takvim yapmışlar. Buna göre dünya gezegeni 3600 yıl süren bir döngü içinde.
Neden 3600 yıl. Çünkü “Marduk” adı verilen güneş sistemi içinde olan ama turunu ancak 3600 yılda tamamlayan bir gezegen var ve bu gezegen dünyaya yaklaşınca olağanüstü doğa olayları baş göstermeye başlıyor.
Marduk’un etkileri tam 21 Aralık’ta ortaya çıkmıyor. 8 yıl öncesinden etkiler oluşuyor. Seller, depremler, anormal hava değişiklikleri.
Son 10 yıla baktığımızda benzer pek çok doğa olayı oldu.
Asıl büyük olaylar ise işte o milat denilen 21 Aralık’ta başlıyor.
Neler mi oluyor?
Bir kere çok şiddetli depremler yaşanıyor. Öyle ki şu andaki cihazların ölçmeye yetişemeyeği cinsten. Hani 10 şiddetinde bir depreme hiçbir yapı dayanamaz deniyor ya, bu 10 da değil belki, 20-30 büyüklüğünde. Binaları bırakın kıtalar yerinden oynuyor, belki bir kıta yok olup gidiyor.
Sonra büyük seller oluyor. Mevsimler değişiyor, bazı bölgelerde sıcaklık 50-60 derecelere çıkarken bazı bölgelerde buzul dönemi başlıyor.
En önemlisi bu Marduk, yanında milyonlarca göktaşıyla hareket ediyor. Bir gergedan üzerindeki asalaklar gibi bu göktaşları.
Dünyanın manyetik alanı bu taşları kendine çekiyor, böylelikle dünyaya binlerce irili ufaklı göktaşı düşüyor.
Yaratacağı hasarı bir düşünün.
Fosil tarihçileri dinazorların böyle bir göktaşı yağmurunda yok olduğunu ileri sürerler.
İşte tüm bunlara rağmen dünyada yaşam kalabiliyor yine de.
Ve deniyor ki, “Din kitaplarında sözü edile tufan işte budur. Her şey yok oluyor, hayat tekrar başlıyor.”
*****
NASA’nın “yok demesi” Marduk’un olmadığı anlamına gelmez
Ben Marduk’a inanıyor muyum?
Bilemiyorum, ama yok da demiyorum.
Bu konudaki görüşlerim Burak Eldem’in yazdığı “Marduk: 2012” kitabından sonra zihnime daha sağlam oturmaya başladı.
Burak Eldem ilginç bir araştırmacı. Dünyada da ses getiren Marduk kitabını yazdığında “kıyamet gününe” 12 yıl vardı. Ben de bir nefeste okudum.
Marduk “kayıp gezegen” olarak anılıyor. Ya da 12. gezegen deniyor.
Dünyaya 3600 yılda bir yaklaşıyor.
Esip gürledikten sonra yoluna devam ediyor, taaa ki 3600 yıl geçtikten sonra tekrar beliriyor.
Bilim adamları Marduk’u inkâr ediyor.
Ama çok ilginçtir, “yok” demiyorlar sadece “uzayı gözlüyoruz, ama görmedik” diyorlar.
NASA, yani Amerika’nın uzay merkezi de “yok” diyor sonra ekliyor “olsa görürdük.”
Yine de kuşkum var. Çünkü bu öyle akla ziyan bir bilgi ki, saklanıyor olması da mümkün.
Düşünsenize, aylar öncesinden “Dünyaya bir gezegen geliyor, ortalığı yakıp yıkacak” diye bir açıklama yaparsa 7 milyar insanı kim nasıl zapt edebilir?
*****
Tibet rahipleri de müdahil olmuş
Artık internette dolaştıranların yalancısıyım, ama 2012-21 Aralık Kıyamet Günü için gizemli “Tibet rahipleri” de müdahil olmuşlar.
Rivayete göre rahipler NASA’ya bir mektup göndermişler ve uyarılarda bulunmuşlar.
Buna göre 21 Aralık’tan itibaren dünya galaksinin “sıfır” hattından geçecekmiş. Bu nedenle hiçbir enerji yayılamayacakmış. Sonucunda elektrikler kesilecek, bilgisayarlar çalışmayacak her şey duracakmış.
En önemlisi dünya koyu karanlığa bürünecekmiş. Ancak ateş kullanarak aydınlık sağlayacakmışız.
Bu mart ayına kadar sürecekmiş.
Bu süre içinde olanlara akıl erdiremeyenlerin delireceği ve dünya nüfusunun yüzde 10’unun bu nedenle öleceğini de söylemişler.
Tibet rahipleri bu süre içinde herkesin en lüzumlu mallarını alarak yüksek yerlere gitmesini, yanlarında bol su bulundurmalarını öneriyorlarmış.
Rahipler sonunda “Korkmayın” diyorlarmış. Bunlar geçici olacağı gibi insanları yeniden düşünmeye sevk edecek, ahlak ve maneviyat yükselişe geçecek, dünya yeniden kuruluşun adımlarını atacakmış.
Daha ne desinler?
*****
Onca film niye çekildi?
Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Herkese şaka gibi gelen “21 Aralık kâbusuna” çok az kaldı.
2012 kıyametini neredeyse 10 yıldır konuşuyoruz.
Bu süre içinde Hollywood şirketleri sayısız film yaptılar.
“Armageddon” bu türün harikasıydı. Dünyaya çarpacak bir göktaşını anlatıyordu. “Deep inpackt” yine aynı konuyu işliyordu. Saçma sapan da olsa “2012 Dünyanın Sonu” filmi de modern Nuh Tufanı’nı anlatıyordu.
Bunun dışında özellikle garip bir dehası olan Steven Spielberg’in “E.T” ile başlayan uzaylı filmleri, yıldız savaşları.
Bunlar film ama Hollywood’un Pentagon ve istihbarat örgütleriyle yakın ilişkisi bilinmeyen gerçek değil.
Pentagon’un Amerikan filmcilerine bazı senaryolar verdikleri, ama bunlardan bir ya da bir kaçının aslında gerçeği yansıttığı öteden beri söylenir.
Bu doğruysa acaba Hollywood’da çekilen kâbus filmlerinden hangisi gerçek bilgiye dayanıyor?

Can ATAKLI / Vatan Gazetesi


MARDUK NEDİR?


Continue Reading | yorum
 
Copyright © 2011. ATLAS . All Rights Reserved
Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
Template Modify by Creating Website. Inpire by Darkmatter Rockettheme Proudly powered by Blogger